Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

American Horror Story

Ryan Murphy geçen sezon başladığı korku serisi American Horror Story ile yeni sezonda kaldığı yerden heyecan ve gerilim fırtınası koparmaya devam ediyor. Tavan arası ve bilinçaltı... Eski, hayaletli evler, özellikle tavan arası; korku sinemasında fazlasıyla kullanılmıştır. Bilinçaltının bir arketipi olarak hizmet eden, bastırılarak saklanmış bilinçaltını temsil eden bu yer, yeni ziyaretçileriyle birlikte güncelle olan ilişkilerini geçmiş paydasında sürdürürler. Genellikle miras olarak yeni ziyaretçilerini kabul eden bu mekanlar, eski sahiplerinin travmalarının bir tezahürünü yeni sahipleri üzerinde canlandırırlar. Çoğu sosyal, ekonomik ya da psikolojik temellere dayanan bu travmaların eski sahipleri, mülkle birlikte bu travmalarını da mirasçılarına devretmiş olurlar. Eskiye dönüş ve Retro... American Horror Story birinci sezonda merkezine "Hayaletli Ev" konseptini koymuş ve sezonun tamamına yakını bu mekanda geçmişti. Hatırlayacağımız üzere Harmon ailesinin hayatı V

The Following

Geçen haftanın en merakla beklenen TV olayıydı The Following. İnsanın doğasındaki şiddet ve öldürme güdüsünü merkezine alan bir seri katil ve polis dedektifi arasında geçen gerilimli bir hikayesi var. Edgar Allen Poe tutkunu bir profesör(J oe Carroll); yıllar öncesinde ondört öğrencisini gözlerini oyarak öldürmüş ve sadece bir öğrencisi kurtulmayı başarabilmiştir. Bu yarım kalan işini tamamlamak için hapishaneden kaçan Joe Carroll'in peşine ise daha önce yakalayan Ryan Hardy tekrar düşüyor. Carroll, tutukluluğu boyunca gittiği kütüphanede internet erişimi yakalamış ve bir takipçi kitlesi oluşturmuştur. Ve bu noktada olaylar klasik bir seri katil-polisiye filmi konseptinin oldukça dışına çıkıyor. Dizi klasik bir katil-polis kovalaması sunmanın ötesinde şiddetin kökenlerine inmeye çalışıyor. Joe Carroll'un edebiyata olan aşırı tutkusunun öldürme tutkusuna karşılık gelmesiyle ilginç sorgulamalara neden oluyor. Bu tutkunun Ryan Hardy'de karşılığını ise Joe Carroll'u y

Beasts of the Southern Wild

Bir film yalnızca "film" değildir. Bazen tiyatro uyarlamalarına yaklaşır, bazen psikolojiye göz kırpar bazen edebiyata  bazen de politikaya. Sergei Eisenstein sinema tüm sanatların en üstünü derken belki de sinemanın bu bütünleyici özelliğine işaret ediyordu . Türler arasında gezinen ve bir film olmanın yanında politik olmayı başaran(sadece söylemiyle değil biçimsel olarak ta bunu başaran) Beasts of the Southern Wild'in genç yönetmeni Benh Zeitlin adeta boyundan büyük bir işe kalkışıyor ve iyiki de kalkışıyor. Keza yılın ilk bombasını patlatıyor.  Hushpuppy, Bathtup isimli yerde fakir ama mutlu bir toplulukta babasıyla birlikte yaşayan altı yaşında küçük bir kız çocuğudur. Babasının ne olduğu bilinmeyen bir hastalığa yakalanmasıyla birlikte evrenin işleyişi bozulmaktadır. Hushpuppy'nin güçlü hayal dünyasının da devreye girmesiyle birlikte Auroch denen orduyla baş etmesi gerekmektedir. Filmin kısaca konusunu okuyunca bile insanın ister istemez kafası karışıyor. Hast

Killing Them Softly

İlk filmi Chopper ile dikkatleri üzerine çeken, 2007 yılında çektiği The Assassination of Jesse James ile usta işi bir filme imza atan Andrew Dominik yeni filmi "Killing Them Softly" ile bu başarısını tekrar ediyor.  The Assassination of J esse James ile psikolojik gerilimi yüksek tuttuğu, sağlam bir görsel işçilikten beslendiği alışık olmadığımız bir western ortaya koymuştu.Yönetmen yine bildiğimiz bu tarzını farklı bir türe yani "suç" filmlerine konuşlandırmış.Etkileyici bir görsel dil, uzun replikler, karakterler arası incelikle işlenmiş gerilim bu filmde yine yerini alırken, yönetmen ses kurgusunda da farklı bir deneye girişiyor. Küçük çapta bir çete yeraltı kumar işletmesinde bir soygun gerçekleştirir. Soygunu gerçekleştirenlerin yakalamak için  Jackie Cogan görevlendirilir. Acımasız ve bir o kadar da soğuk kanlı olan Jackie işini "kibarca" yapmaktadır. Killing Them Softly başkanlık seçimine giden ekonomik kriz halindeki Amerika&#

Seven Psychopaths

          Bir kısa bir de uzun metraj iki film ile adından sıkça söz ettiren yönetmen Martin McDonagh merakla beklenen yeni filmi Seven Psychopaths ile tekrar izleyiciyle buluştu. In Bruges ile yaptığı inanılmaz çıkış yönetmenin bu yeni filmine olan beklentilerimizi de oldukça fazla olmasına yol açmıştı. Seven Psychopaths'ı izledikten sonra bu beklentiler karşısında Martin McDonagh'ın da ezildiğini fakat ustaca bir hamle ile bu beklentilerin oluşturduğu baskıyı yine kendi tarzında bir suç filmine dönüştürdüğünü gözlemleyebiliriz. Filmimizin konusuna kısaca göz atacak olursak ; Senaryo yazma konusunda son zamanlarda oldukça sıkıntı yaşayan bir yazarın arkadaşının Shih-Tzu cinsi bir köpeği kaçırmasıyla birlikte yaşananları anlatıyor. Köpek sahibinin azılı bir gangster olması ise başta yazar ve arkadaşlarını hem tehlikeli bir o kadar da eğlenceli bir oyunun içerisine sürüklüyor.  Filmin isminin Seven Psychopaths olması ister istemez bir Kurosawa klasiği olan Seven Sam

A glass of hitchcock

CELCIUS 232.8© Bölüm 7

BÖLÜM 7: Müşteri sözleşmesinin üçüncü maddesi telif haklarıyla ilgilidir. Bir sonraki madde ise kültür şirketinin alfabenin patentini almasıyla birlikte ücrete tabi olan konuşmanın ücretlendirmesini sağlayan ve teknoloji şirketi tarafından geliştirilen bilekliklerden bahseder. Bu uygulama şirketlerin en rahat sisteme entegre ettikleri uygulama olarak göze çarpıyordu. Hükümetin son yıllarında serbest piyasa ekonomisinin yarattığı aşırı rekabet ortamından insanlar birbiriyle çok fazla iletişim kurmuyordu. Eğitimden iş hayatına, spora kadar benzeri ilkel şartlarda görülebilecek güçlünün ayakta kaldığı bir rekabet söz konusuydu.  Kültür şirketine bağlı üç farklı servis sağlayıcının hizmetleri neredeyse birbirine oldukça yakındı. Aylık iki yüz elli, beş yüz, bin, beş bin istediğiniz kadar süreyi bütçenize ve ihtiyacınıza göre almak mümkündü. Alışveriş merkezleri, sağlık kurumları ve iş yerlerinde bileklikler çevrimdışı oluyordu. Bu alanlarda konuşmak ücretsizdi.  Evler dâhil geri kalan

Lawless

2005 yılının en güzel sürprizlerinden bir tanesi Nick Cave'in senaryo yazarlığını yaptığı ve arkadaşı John Hillcoat'un yönetmenliği yaptığı The Proposition idi. Aradan geçen yedi sene sonrasında ikili bu sefer Amerika'da içki yasağı yıllarında geçen bir gangster filmine imza atıyor.  Moonshine adlı bir köyde ev yapımı içki satarak para kazanan Bondurant kardeşlerin gerçek olaylardan uyarlanmış h ikayesini izliyoruz. Devlet görevlilerinin bu kazançlı işten kendi paylarına düşeni istemeleriyle birlikte ise olaylar çığrından çıkmaya başlıyor.  Tipik bir gangster hikayesi diyebileceğimiz filmde hikayeden çok Nick Cave ve John Hillcoat'ın neler yapacağı merak uyandırıyordu. The Proposition birliktelikleriyle ikili basit bir western hikayesini bizlere oldukça karanlık bir şekilde sunmuşlardı. Suç ve adalet üzerine çok yönlü bir söylemi vardı ve filmin başından itibaren o karanlık atmosferi Nick Cave'in yaptığı müziklerle birlikte izleyicinin üstüne karabasan gibi çökü

Looper

Amerikan bağımsız sinemasının parlayan yıldızlarından Rian Johnson yeni filmi Looper ile yine kendisinden beklenecek şekilde bir çok türü birbiri içerisinde harmanlayarak ortaya kalburüstü bir yapım koyuyor.  Kendi başına zaten algılaması oldukça güç olabilecek Zaman yolculuğu temasını birde western ve gangster, kara film gibi türlerle karıştırıp önümüze sunan Johnson tam bir çorba ihtimali olabi lecek bir yapımın üzerinden başarıyla kalkmış. Gelecek bir zamanda zaman yolculuğunun mümkün olduğu fakat aynı zamanda mafyanın olduğu bir dönemdeyiz. Bu teknolojiyi elinde tutanlar kurtulmak istedikleri insanları takip sisteminin olduğu bu dönemde öldüremedikleri için otuz yıl öncesine yollayıp tetikçi adı verilen suikastçıları kullanıyorlar. Tetikçilerden biri olan Joe için 2042'de hayatı gayet yolunda gitmektedir fakat arkadaşını ele vermesinin ardından karşısına öldürmesi için 2072'den gelen yaşlı Joe çıkınca işler tamaman sarpa saracaktır. Film ilk yarısı itibariyle oldukça kar

Amour

" Korku, masanin altinda duran bombanin aniden patlamasidir. Gerilim ise, masanin altinda bir bomba oldugunu bilmektir" der Alfred Hitchcock. Haneke'nin tüm filmografisini "rahatsız edici" bir sinema dili olarak genellersek "Amour" bu basam ağın en üstünde yer alır. Amour'da bu rahatsızlık verici dil ne şiddetin yüzümüze yüzümüze çarpılmasından kaynaklanır ne de kanın gövdeyi götürmesinden. Amour bombanın patlayacağını daha ilk saniyesinde göstererek izleyisine şöyle der; "-Bomba bu evin içerisinde ve gördüğünüz üzere patladı. Şimdi size masanın altındaki bombanın nasıl patladığını göstereceğim." Funny Games'te hatırlarsanız TV kumandasına sahip olan Haneke kaçışı imkansızlaştırıyor ve ilk teşebbüsünüzde "Backward" tuşuyla en başa dönüyordunuz. Amour'da ise izleyici bu şiddetten (Amour'da ki şiddet ne bir sosyopattan, ne aile içinden ne sosyolojik bir travmadan kaynaklıdır. Şiddet doğrudan doğanın kendisinden(yaşlıl

Ruby Sparks

2006 yılında çektikleri Little Miss Sunshine ile birçok çevre tarafından beğeniyle karşılanan ve bolca ödül alan karı koca yönetmenler Jonathan Dayton ile Valerie Faris beklenen yeni filmleri Ruby Sparks ile tekrar beyazperdeye dönüş yaptıl ar. Amerikan bağımsız sinemasının birçok klişesini ustaca kullandıkları bir aile içi komedi (her ne kadar bu filmlerinde de aile içi komedi eksik olmasa da) olan ilk filmlerinden farklı bir yapım Ruby Sparks.  Usta yönetmen Fellini'nin 8½ ile Charlie Kaufman birçok senaryosunda, Woody Allen'in bazı filmlerinde ve son dönemde izlediğimiz bir TV dizisine (Californication) bile genel hatlarıyla hakim olmuş bir temadır yaratım sıkınıtısı. Ruby Sparks'ta merkezine yaratım sıkıntısını alarak kadın-erkek ilişkilerine bir bakış sergilemeye çalışıyor.   Calvin genç yaşına rağmen büyük bir başarı elde etmiş fakat daha sonra duraklama evresine girmiş ve tıkanmış bir yazardır. Gördüğü rüyanın etkisiyle seveceği bir kadın karakter yarata

Amour

Das weiße Band ile faşizmin izlerini süren Haneke yeni ve ödüllü filmi "Amour" ile yine eski sulara "burjuva bir çiftin" hikayesine dönüş yapıyor.   - Amour hayatlarının artık son demlerine giriş yapmış Georges ve Anne'nin çevrelerine hatta  birbirlerine dahi mesafeli olmalarının ve bu mesafenin yıkılışının filmi. - Amour, burjuvazinin kalesi olan özel mülkiyetin filmi. - Amour, hayatları boyunca "muhtaç olma" durumunun muhtemelen sadece sözlük anlamını bilen çiftin bu duyguyla yüzleşme ve çözülüşünün hikayesi. Filmin başında çiftimizin özel mülküne izleyicinin girmesi kapılarının kırılması ile mümkün olabiliyor sadece. Daha sonra çiftimizi birlikte mutlu ve dışarıda gördüğümüz tek sahneyle film açılıyor. Eve dönüşlerinde karşılaştıkları kapılarının bir hırsız tarafından zorlanmış olması durumu ise özel mülklerine izleyiciden sonra ikinci kez sızılmış olmasına neden oluyor. Özel mülke bu sızma, aynı zamanda Anne'nin hastalığının da habercisi olu