Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Game of Thrones

HBO serilerinin "cinsellik" dozlarının yüksek olmasına alışığız. Game of thrones'ta da bu formülasyon değişmiyor. Fakat serisinin içerisindeki cinsellik içeren sahneler öylesine rating amaçlı konmuş boş sahneler değil. Bu sahneler serinin d ramatik yapısı için oldukça önemli misyonlar yükleniyor. Dizideki diplomatik ilişkiler içerisinde iktidarın ışıltısı karşısında gözleri kan bürüyen karakterlerin cinsel hayatları da politik duruşlarının birer göstergesi olarak ekranlara yansıyor. Lannister ailesinde ensest bir ilişkinin olması tesadüf değil, keza bu ilişkiyi gizlemek bir çocuğun canına kıymayı gerektirecek kadar entrika kurabilme kabiliyetini de beraberinde getiriyor. Hatta entrika konusunda en başarılı aile olarak karşımıza çıkıyor. Starkların bu taht oyunlarında en zayıf halka olması , entrikadan fazla anlamamaları Stark çiftinin cinselliklerine klasik bir aile görüntüsü olarak yansıyor. Keza bu muhafazakar yapı içerisinde Ned Stark'ın başka bir kadından olmuş oğ

Game of Thrones

George R.R. Martin'in serisinden uyarlanan Game of Thrones geçen yılın en flaş TV işiydi. Yayınlanmasına başladıktan kısa bir süre sonra 2. sezon anlaşması yapılan dizinin başarısı bununla da kalmayıp Emmy ödüllerinde de bi'çok dalda aday o lmuştu. Artık 2. sezonun başlamasına saatler kala biz izleyiciler için birçok cevapsız soru ve çözümlenmesi gereken meseleler yumağı var. Seri hatırlanıldığı üzere yedi krallığa mekan olmuş Westeros adlı hayali bir diyarda geçiyor. Her ne kadar fantazi bir dünya olarak çizilmiş gibi gözükse de içerisinde günümüz dünyasının siyasi kodlarını fazlasıyla barındırıyor. Dizinin bu kadar ilgiyle karşılanmasının ana eksenini de zaten bu siyasi kodlar çerçevesinde dönen politik ve cinsel entrikalar üzerine kurulu olması. Birinci sezonun sonlarına doğru riskli olabilecek bir hamleyle ana karakteri Ned Stark'ın bile kellesinin uçmasına neden olacak kadar gözüpek bir ekibin elinden çıkma bu dizi bizlere de yeni sezonla birlikte yine birçok sürpriz s

The Grey

The Grey, Alaska'ya giden bir grup işçinin uçaklarının kaza yapmasıyla birlikte kazadan sağ kurtulan grubun hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Keza bölgede bir kurt sürüsü de bulunmaktadır. Son dönem aksiyon filmlerinde kamera arkasında sıkça gördüğümüz Joe Carnahan ise yönetmen koltuğunda ...Soğuk bir iklimde hayatta kalma mücadelesi akıllara henüz geçen yıl izlediğimiz usta yönetmen Skolimowski'nin Essential Killing'ini getiriyor. Fakat "The Grey" o kadar da derin bir film değil. Kaza sonrası grubun hayatta kalma umudu ise daha önce kurt avlayarak hayatını idame ettiren Ottway oluyor. Kurt sürüsünde gözüken hiyerarşi kısa bir süre içerisinde grupta da oluşmaya başlıyor. Bilindiği üzere Alfa erkeği bir kurt sürüsünde liderdir ve sürü kontrolü altındadır. Omega ise kurt hiyerarşisinde en alt basamakta bulunan kurtlardır. Grubumuza geldiğimizde ise Ottway kurtlarla olan deneyimleri ve soğuk iklim tecrübelerinden dolayı biranda Alfa erkeği konumuna geliyor. Alfan

Entelköy Efeköy'e Karşı

Bir grup ekolojistin Ege'nin bir köyüne yerleşip komün bir köy kurmaya gelmeleriyle başlıyor Entelköy Efeköy'e karşı. Başlangıçta misafir olarak ağırlanan grup temik santral kurulumunun gündeme gelmesiyle birlikte köyün yerel halkıyla karşı karşıya gelir ve Yüksel Aksu'nun kavgası, gürültüsü bol bir komedi filmi olur. Yönetmen prologu ve epilogunu kendisinin yaptığı filmde düşüncelerinin üretim kanalına bir tezahürü olarak dondurmam kaymak'ta ki gibi yerel halkla çalışmayı ihmal etmemiş. Her ne kadar bir "burjuva rüyası" çözüm ortaya koysa da ülkemizde bu kadar "cüretkar" şekilde film çeken bir yönetmen olmaması nedeniyle dikkatten fazlasını hak ediyor.

Perfect Sense

Young Adam filmiyle sinemaseverlerin dikkatini çeken David Mackenzie, yeni filmi Perfect Sense ile bir salgın filmine imza atmış. Yine son dönemde izlediğimiz Contagion ve Take Shelter'da salgın ve felaket metaforları üzerinden ekonomik kri ze değinilirken, Mackenzie ise Aşk'ı anlatmak için salgın ve felaket metaforlarını "bir aşk hikayesinin" hizmetine sunmuş. Susan ve evinin tam karşısındaki lokantada çalışan ve kadınlara duygusal olarak bağlanmak konusunda belli sıkıntılar yaşayan Michael'in yakınlaşmaları bir aşk filmi için de oldukça bilinen bir şablonla başlıyor. (Duygusal olarak bağlanmakta sıkıntı yaşayan bir erkek ve erkeklere güvenmekte artık sıkıntılar yaşadığından bahseden bir kadın.) Aşk'ın hastalıklı bir ruh hali olduğuna dair oluşturulan genel kanıyı Mackenzie'nin filmi içinde rehber olarak kullandığını görebiliriz. Susan ve Michael'in ilk buluşmadan itibaren salgının bir duyu organını vurması ve her bir duyunun yitirilmesiyle de tutkunu

Take Shelter

Geçen yıl izlediğimiz Soderberg'in son filmi Contagion'dan sonra ekonomik kriz üzerine alegoriler devam ediyor. Son dönemlerin parlayan yıldızlarından Jessica Chastain'i ve olaganüstü performansıyla Michaels Shannon'u oyuncu kadrosunda bulu nduran Take Shelter'in yönetmen koltuğunda ise Jeff Nichols var. Yönetmen öykünün odağına orta sınıf bir Amerikan aile babası olan Curtis'i yerleştirmiş. Karısı ve işitme engelli kızıyla birlikte mutlu bir yaşantı süren Curtis'in yaklaşan bir fırtınayı kabuslarında görmesiyle hayatı altüst olmaya başlar ve evinin bahçesine bir sığınak yapmaya karar verir. Orta ve alt sınıf insanların vurduğu son ekonomik krizi (Contagion'da virüs olarak sunulan kriz bu sefer yaklaşan bir fırtına olarak sunuluyor.) bir felaket filmi şablonuna oturtarak sunan yönetmen; atmosfer kurma ve gerilim yaratma da oldukça başarılı bir iş ortaya çıkarmış. M Night Shyamalan'ın ilk dönem filmlerini hatırlatan Nichols'un umarım kariyeri Shya

The girl with dragon Tattoo

The girl with dragon tattoo'nun halihazırda zaten iyi bir uyarlamaya sahip olmasından dolayı; yeniden çevrilecek olmasından çok, David Fincher'in yönetmenlik koltuğuna oturacak olması sinema severleri heyecanlandırmıştı. Yönetmenin polisiye klasiklerine yeni bir tanesini katmasını beklerken orjinal çevrimden daha vasat bir uyarlamaya imza attığını ne yazık ki görüyoruz. Fincher kendisinden bekleneceği üzere yine müthiş görsellikte bir yapıma imza atmayı başarmış hatta ilk uyarlamadan da daha iyi bir görselliğe sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat Fincher'in es geçtiği şeyler de fazlasıyla mevcut. Filmde ilk olarak göze batan Rooney Mara'in canlandırdığı Lisbeth oluyor. Zor yaşam koşulları altında yaşayan, erkeklerin hegemonyasında ezilen Lisbeth'in yerine bu uyarlamada daha seksi, Rob Cohen'in xXx filminden fırlamış gibi duran bir intikam meleği var. Bu filmle bize sunulan Lisbeth bu yaşam tarzına itilmişten ziyade kendi seçimiymiş gibi

Carnage

Roman Polanski, Yasmina Reza'nın "Le Dieu du Carnage" adlı oyunundan uyarlama, birlikte yazdıkları senaryoyu dört usta oyuncusuyla birlikte görselleştirmiş. Basit bir hikayeye sahip olan film; kısaca çocukları kavga eden iki orta yaşlı çiftin bu sorunu çözümlemek adına buluşmaları üzerinden ilerliyor. Basit gibi gözüken ve çocukca bir sorun olarak isimlendirebileceğimiz mesele, her seferinde yetişkinlerin kendi sorunlarına bir şekilde bağlanıyor ve hayat, sanat, evlilik ve kadın-erkek ilişkilerine dair iki çift için serbest bir çağrışıma dönüşüyor. Mizahın başından sonuna kadar eksilmediği, tek bir mekanda geçen "80" dakikalık bu yapım her ne kadar sinema filminden ziyade bir tiyatro oyunuymuş gibi ilerlese de filmin tek bir mekanda geçtiğini düşünürsek Polanski "süreklilik" duygusunu izleyicisine sonuna kadar yansıtabiliyor. Filmin izleyici de bıraktığı sanki bir tiyatro oyunuymuş gibi 80 dk'da oynanıp çekildiği hissiyatı Polanski'nin başarısı

My Week With Marilyn

Ana akım biyografik filmlerin sıralamasını yapıp üzerlerine biraz düşünsek hepsinin birbiriyle sıkı bir akrabalık bağı ile bağlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Şov dünyasının ışıkları arkasında kalan kısımları aydınlattığı ve ünlünün haya tına dair izleyicinin merak ettiği ayrıntıları ifşa ettiğine dair belli bir konseptle sunulan bu yapımlar da çoğu zaman da film başarısından öte oyuncunun performansıyla göz dolduran yapımlar olarak hatırlanır. Mesela Joaquin Phoenix, Johnny Cash performansıyla; Jamie Foxx; Ray Charles performansıyla ya da,Val Kilmer'da; Jim Morrison performansıyla hatırlanır. Marilyn ile bir hafta'ya geldiğimizde ise bu formülasyonun çokta dışına çıkabildiğini ne yazık ki söyleyemiyorum. Laurence Oliver'in yönettiği " Prens ve şov kızı'nın" çekim sürecini ve filmin yapım aşamasında yaşananları sinema endüstrisine yeni adım atmış Colin'in gözünden seyircisine aktarıyor. (Marilyn'i sektörden kimse anlayamazken sektöre

. . .

Kokmak (Bir zamanlar anadolu'da)

NBC her ne kadar Bir zamanlar Anadolu'yla dışına çıkmış gibi gözüksede "minimal" bir dille filmlerini tasarlayan bir yönetmen. Hiçbir kolaycılığa kaçmayan, gereksiz herhangi bir görüntü ya da dialoğun bulunmadığı, ucuz numaralara bulaşmayan bir sinema dili bu. Bir zamanlar anadolu'da yönetmenin kalabalık bir ekiple çalıştığı hem de bütçesinin büyüklüğünü göz önünde bulundursak bile yine o minimal tarzından hiçbir şey kaybetmiyor. Film boyunca "kokan" bişelere dair yapılan dialoglar her izleyenin dikkatini çekmiştir. Bresson'un o ünlü mottosunu*** akıllara getiren filme yapılan bu eklenti filmin tamamı içinde önemli bir yer ediniyor. Arabaya doluşmuş bir grup insanın hikayesine odaklanan filmde hatırlanıldığı üzere en gözümüze çarpan şey aralarındaki güç ilişkisiydi. Herkes bulunduğu konum kadar dilini dönderiyordu. İşte birbirinden hoşlanmayan fakat bu işi yapmak zorunda olan bu bir araba dolusu insanın ilişkilerini en iyi şekilde anlat

Nefret (Le Mepris)

Bir kasaba doktoru (Bir zamanlar Anadolu'da)

W Eugene Smith'in "Bir kasaba Doktoru" adlı serisinden bir kareyle Doktor Cemal'i aynı kadrajda buluşturan bu sahne Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğrafa olan merakının yanında Doktor Cemal ile de bir akrabalık bağı barındırıyor. Kasaba Doktoru fo toğraf serisinin meslek aşığı idealist doktorunu görünce Doktor Cemal için bunun bir rol model olduğunu düşünebiliriz. Fakat serinin o idealist doktorunun yerine Doktor Cemal olaylara karşı hep mesafeli ve uzak duruyor. Bu noktada ise Kafka'nın ünlü kısa öyküsü "Bir köy hekimi" devreye giriyor. Kafka'nın öyküsünde doktor, hizmetçisi Rosa'dan ödünç bir at bulmasını ister ve ödünç at bulunamaz. Doktor, boş sandığı ahıra gittiğinde iki at ve tanımadığı bir adamla karşılaşır. Doktor acilen hastaya gitmek zorundadır ve Rosa'yı adamla başbaşa bırakmak zorunda kalır. Hastaya gittiğinde hastanın umutsuz bir durumda olduğunu görür ve Rosa'yı yalnız bıraktığına dair bir pişmanlık yaşayarak doğru