Ana içeriğe atla

Amour

Das weiße Band ile faşizmin izlerini süren Haneke yeni ve ödüllü filmi "Amour" ile yine eski sulara "burjuva bir çiftin" hikayesine dönüş yapıyor. 
- Amour hayatlarının artık son demlerine giriş yapmış Georges ve Anne'nin çevrelerine hatta birbirlerine dahi mesafeli olmalarının ve bu mesafenin yıkılışının filmi.
- Amour, burjuvazinin kalesi olan özel mülkiyetin filmi.
- Amour, hayatları boyunca "muhtaç olma" durumunun muhtemelen sadece sözlük anlamını bilen çiftin bu duyguyla yüzleşme ve çözülüşünün hikayesi.

Filmin başında çiftimizin özel mülküne izleyicinin girmesi kapılarının kırılması ile mümkün olabiliyor sadece. Daha sonra çiftimizi birlikte mutlu ve dışarıda gördüğümüz tek sahneyle film açılıyor. Eve dönüşlerinde karşılaştıkları kapılarının bir hırsız tarafından zorlanmış olması durumu ise özel mülklerine izleyiciden sonra ikinci kez sızılmış olmasına neden oluyor. Özel mülke bu sızma, aynı zamanda Anne'nin hastalığının da habercisi oluyor adeta. Bir sabah kahvaltısında Anne'a inen inme ardından filmin tamamının geçeceği özel mülkün her bir odasını tek tek geziyoruz. Georges ve Anne ile birlikte ev üçüncü bir karakter olarak filme hizmet etmeye başlıyor. Çiftimizin muhtaç olma durumu bu özel mülkün dış dünyaya açılmasına neden oluyor. Eski öğrencileri, bakıcılar, apartman görevlileri bu alana Georges'un kontrolünde giriş yapmış oluyorlar. Amour, hayatlarının bu yeni ve zor döneminin getirdikleri zorlukların yanında çiftimizin muhtaç olma durumuyla yüzleşmesine de neden oluyor. Belli ki hayatlarının herhangi bir döneminde bu duyguyu yaşamamış çiftimiz bu durumla da yüzleşmek zorunda kalıyor. Anne tüm eylemlerinde Georges'a muhtaç kalıyor. Georges ise farklı kanallardan (bakıcı, apt. görevlisi, çocuk) muhtaç olma duygusuyla baş etmeye çalışıyor. Filmin finalinde Anne'nin yüzüne bastırdığı yastıkla O'nun muhtaç olma durumuna son verirken aynı duygulardan muzdarip kendi duygularını da sonlandırmış oluyor aslında.

Zaten muhtaç olma edimini Anne için sonlandırmasıyla birlikte Georges'un çözülmesi de başlamış oluyor.Her davetsiz misafiri (hatta güvercini) evin dışına ittiği ya da evin belli noktalarına sızmasına izin verdiği Georges davetsiz gelen güvercini bu sefer kapı dışarı etmek yerine yakalayıp seviyor. Aynı zamanda bu güvercin Georges'in de Anne'nin peşi sıra gidişinin habercisi oluyor.

Filmin başında kapısını zorlayarak girdiğimiz ev ve izinsiz ziyaretimiz çiftimizin kızı ve mülkün yeni sahibi tarafından kibarca sonlandırılıyor.

Haneke'nin kurduğu atmosfer, yarattığı minimalist mizansenler, görkemli oyunculukları (Ev'ide oyuncular arasında saymak gerekir) ile tekrar tekrar başyapıtlar üretmeye devam ediyor. Amour, yönetmenin filmografisinin yanında son yıllarda izlediğimiz en iyi filmlerden bir tanesi... Belki yıllar sonra unutacağımız fakat bıraktığı duyguyu kolay kolay üzerimizden silemeyeceğimiz bir başyapıt bu ...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas