Ana içeriğe atla

Chocolat

Erkan: Yemek filmlerini, seçtiğimiz film için uygun bulduğumuz konseptteki bir mekânda konuşmaya devam ediyoruz. Sıradaki filmimiz Lasse Hallström imzalı 2000 yapımı Chocolat… Chocolat filmi için Samet ile konuştuk. Kendinden biraz bahsedebilir misin?

Samet: Bir senesi mutfak, iki buçuk yılı satış olmak üzere lüks bir çikolata kafe zincirinde toplam üç buçuk yıl kadar çalıştım. Geçtiğimiz mayıs ayında çikolata üzerine uzmanlaşmak için istifa ettim. Önümüzdeki dönemde çikolata eğitimleri alacağım. Şimdilerde sipariş üzerine çikolata yapıyorum ve çevremdeki küçük ölçekli kafelerin çikolata menülerine yiyecek - içecek konusunda danışmanlık veriyorum.


Erkan:  Filme geçmeden önce biraz mekândan bahsetmekte fayda var sanırım. Maia Chocolates 2015 yılında kurulmuş, el yapımı çikolatalar üreten, Çengelköy ve Koşuyolu olmak üzere iki şubesi bulunan bir yer.  Filmdeki çikolatacıyla aynı ismi taşıyor. Çikolata konusunda bol çeşit sunuyorlar ve tasarım, sunum konusunda oldukça zarif bir zevkleri söz konusu. Kısacası film için biçilmiş kaftan.


Erkan: Film; Merkezinde bir kilisenin bulunduğu, dönem olarak ortaçağı anımsatan bir kasabada geçiyor. Şunu vurgulamakta fayda var: Kasaba’nın tarihi dokusu ortaçağı andırıyor ama aslında film 1959 yılında geçiyor.

Samet: II. Dünya savaşının yorgunluğu olan bir dönem diyebiliriz.

Erkan: Daha sonra dış ses devreye giriyor ve kasabada hayatın nasıl sürdüğünü bize anlatıyor. Ortaçağ dokusunu kaybetmemiş bu kasabanın muhafazakâr geleneğini de kaybetmediğini ve bu hayat tarzının dışına çıkanlarında hemen uyarıldığını öğreniyoruz.

Samet: Kendini tekrar ve muhafaza eden bir yaşam var. Bu yaşam hayli katı kurallarla düzenlenmiş.

Erkan: Bu noktada kilise sahnesine paralel olacak şekilde Vianne ve kızı da filme dâhil oluyor. 
Vianne çikolata dükkanını açacak kişi ve kırmızı peleriniyle filme girişi de oldukça ilginç. Kasabayı geçtiği dönem itibariyle ortaçağa benzetmiştik. Vianne’de bu kasabanın aykırı karakteri ve ortaçağ dönemine uygun olarak adlandırırsak “cadısı” diyebiliriz. Küresi yok ama küreye benzer bir çarkı da var Vianne’in.


Samet: Geldikleri dönemde ilginç, Paskalya döneminde geliyorlar. Tutucu bir kasabanın en tutucu olduğu dönem bu.

Erkan: İlk olarak Armande’nın dükkanını ve evini kiralıyorlar.

Samet: Tabi bu kasabanın yine ailesel süregiden bir belediye başkanlığı ve belediye başkanı (Reynaud) var. Kasabanın sosyal yaşamına direkt müdahalede bulunan, insanların nasıl davranması gerektiğinden, kilisenin rahibinin vereceği vaaza kadar sosyal hayatı şekillendiren bir karakter bu.

Erkan: Vianne ile tanışması zaten bu müdahaleci karakterinin bir yansımasıyla oluyor. Tanışmaları oldukça gerilimli oluyor. Vianne dükkânı açma hazırlıkları yaparken buraya gelerek Pazar günkü ayine davet ediyor. Vianne ise katılmayacağını belirtiyor.

Samet: İlk kontakta çocuğundan ötürü Madam diye hitap ediyor Vianne’a, O’da Matmazel şeklinde düzeltiyor.

Erkan: Bu ünvanlar ile yine bir Ortaçağ vurgusu yapılıyor. Fransa'da Ortaçağ döneminde soylular arasında kullanılmaya başlanan "Matmazel" unvanı daha sonra genç kızlar ve evli olmayan kadınlar için kullanılmaya başlanmış ve yaygınlaşmış. Feministler konuyu 20'inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren sorgulatmaya başlamış, Fransız Adalet Bakanlığı 1972 yılında aldığı bir kararla, 21 yaşından büyük her kadının, evli olsun veya olmasın, "Madam" unvanıyla çağrılmasına izin vermiş. Vianne’da o aykırı karakterine uygun olarak Reynaud’un kasabayı kategorize etme, sınıflandırma çabasına feminist bir refleks gösteriyor aslında.

Samet: Reynaud çocuğu olan birisinin Matmazel olmasını kendi içerisinde konumlandıramıyor.

Erkan: Konumlandıramaması ilginç ve kendi içerisinde absürt bir durum aslında. Zaten babasız doğan bir peygambere sahip bir dinin mensubu Reynaud.

Samet: Zaten Vianne Madam ve Matmazel uyarısı, üstüne birde Pazar ayinine katılmayacağını söylemesi ve üstüne birde Paskalya gibi bir perhiz döneminde çikolata dükkânı açacak olması biranda Reynaud’un gözünde kasabada istenmeyen kadın pozisyonuna getiriyor ve herkese de kötülemeye başlıyor.

Erkan: Cadı damgasını yediği an diyebiliriz bu kısım için. Zaten Cadılık halkı sindirmeye çalışan bağnaz krallıklar tarafından bilimi ve adaleti savunan insanları suçlayıp sindirmek için kullanılmış. Halk üzerinde oluşturulan dini etkiyle birlikte bu aykırı gruplar toplumdan ayıklanmış. (Bir nev-i Cadı avı) Vianne aslında tam olarak böyle bir karakter. Bu baskılanmış kasabanın tutkularını çikolatayla açığa çıkarmaya çalışıyor ve bu durum Reynaud’un hiç hoşuna gitmiyor. Cadı arketipiyle bizlere sunulan Vianne’in küresi yok belki ama küreye benzer şekilde bir çarkı var. İnsanlar bu çarka bakıp ne gördüklerini söylüyor ve Vianne gördükleri üzerinden yorumlamalar yapıyor. 


Samet: Bu çark O’nun bir teşhis aracı aslında. Caroline’in çocuğu kuru kafa, kan görmüştü. Bu çocuğun iç dünyası bu şekilde deyip O’na göre davranmıştı. Teşhis yapıp daha sonrada o duruma uygun çikolatayı müşterileriyle buluşturuyor. Mesela kocasıyla cinsel sorunları olan kadına afrodizyak etkisi olan bir çikolata vermişti.

Erkan: Birçok karakterin çarkı kullanarak sorununu çözdü. Bastırılmış duyguların yoğun olduğu bir kasaba burası aslında.

Samet: Karakterlerin ayrı ayrı sorunları var. Temeline bakacak olursak hepsinde “korkuyu” görüyoruz.

Erkan: Ev sahibi Armande ve kızı Caroline’in sorunlarını çözüyor. Kocasından şiddet gören Josephine’in ayrılmasını ve kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak cesareti ona aşılıyor. Cinsel sorunları olan bir çifti iyileştiriyor. Uzun yıllar önce kocasını kaybeden ve yasını tutan bir kadınla köpekli adamın aralarını yaparak mutlu olmalarını sağlıyor. 


Samet: Vianne dâhil aslında herkesin korkuları ve çeşitli travmaları var.

Erkan: Aslında film korkuların insanları nasıl yönettiğini anlatıyor.

Samet: Belediye başkanı Reynaud’un korkusu karısının O’nu terk etmiş olması.

Erkan: Filmin sonunda dış ses bahsetmişti; Reynaud’un Caroline’e kalbini açması, yemeğe davet etmesi için sanırım altı ay geçmiş. Filmdeki her bir karakter Vianne gelene kadar böylesine kapalı bir kutu.

Samet: Herkes aslında birbirini baskılıyor.

Erkan: Filmin temel sorunu burada aslında kaynağı belirsiz bir mahalle baskısı var. Ama bir şey olsa da şu mahalle baskısını bir üstümüzden atsak gibi bir tavırları da var. Bu biraz tezatlık yaratıyor. Kilise mi, belediye başkanı mı, aile mi, gelenekler mi kaynağı belirsiz bu mahalle baskısı nereden geliyor?

Samet: Nesillerden nesillere aktarılan korkular aslında.

Erkan: Ama filmde işte bunun kaynağını tam olarak vurgulanmıyor. En ağır çatışma Vianne ve Reynaud arasında yaşandı ama o bile çözülmeye çok müsaitti. Rahip tiplemesi yine aynı şekilde çatışma yaratacak bir tiplemeden ziyade daha uzlaşmacı. O yüzden de bu baskının kaynağını vurgulama konusunda filmin temel bir sorunu var. Film pek etliye sütlüye karışmak istemiyor. Herkese mavi boncuk dağıtıyor. Aman bir pislik çıkmadan evimize gidelim gibi bir tavrı var. İstersen filmde biraz çikolatanın kullanımına geçelim. Karşımızda butik bir çikolata filmi var aslında. 


Samet: Bugünde bir çikolatacı açmaya çalışsanız aynen bu konseptte açılır. Kocaman tencerede sıcak çikolata doldurulan bir sahne vardı ki aklım gitti.

Erkan: Gümüş kaplar, güzel ambalajlar, çok şık porselenler… retro bir sanat yönetimi mevcut filmde. Filmin dramatik yapısı açısından çikolatanın oldukça önemli bir yeri var. Vianne içi geçmiş bu kasabanın tutkularını uyandırırken en büyük yardımcısı çikolata oluyor. Çikolatanın tamda böyle bir özelliği var. Mutluluk veren hormonları uyarmasının yanında yiyecekler içerisinde ise en çok hazzı, tutkuyu hatırlatan şey sanırım.

Samet: Çikolata filmde çok güzel kullanılmış. Çok fazla baskılanmışlık var ve Vianne bunu çikolata ile kırıyor. Filmin bir sahnesinde ananesi torununa “Birazcık yaşa” diyor. Bence bu filmin afişinde bile yazılacak bir mesaj. Kendinizi fazla baskılamayın, biraz yaşayın, ufak bir parçadan zarar gelmez gibi, kendinizi şımartın gibi açabiliriz bu mesajı.

Erkan: Mesela köpeği olan yaşlı adam için sevdiğin kadına açılmak için otuz yıl beklemen gerekmiyor gibi bir karşılığı var “birazcık yaşa” ‘nın

Samet: Ya da cinsel hayatı kötü olan çift için bunun karşılığı afrodizyak etkisi olan bir çikolata… Ya da çocuk çarkı çevirdiğinde ilk gördüğü şeyler çok karanlıktı ölü kuş, kuru kafa…

Erkan: Çocuğun kendisi öyle bir hayat yaşıyor aslında. Tam bir kafes hayatı; okul ve annesinin baskıcı tutumu arasında gidip gelen bir hayat.

Erkan: Johnny Depp’in canlandırdığı göçebe Roux karakterine de değinmekte fayda var sanırım. Kendisiyle en barışık karakterdi. Zaten beyaz atlı prens şeklinde resmedilmiş fakat O’nun da şöyle bir sorunu vardı: Sürekli benimle konuşma şeklinde diyaloglar yazılmıştı. Ben ilk başta neden bu kadar konulmuş rahatsız edici geliyor dedim ama sonra bununda onun sorunu olduğunu fark ettim.

Samet: O da insanlara kendisi üzerinden zarar verilmesinden korkuyor. Böyle bir travması var sanırım. 


Erkan: Benim filmde en sevdiğim sahne Reynaud’un çikolata dükkânına dalarak tüm çikolataları yediği sahneydi. Şu açıdan önemliydi; Vianne karakterlerinin baskılanmışlıklarını minik kendi karakterlerine uyacak bir çikolata ile çözüyordu ama Reynaud’da nasıl bir baskılanma varsa tüm çikolatalara dalarak çözümlenebildi. Senin en sevdiğin sahne hangisi oldu?


Samet: Benim için en güzel sahne dışlananların beraberce tertipledikleri gizli parti. Çok güzel bir kaçamak yapıyorlar, biraz olsun nefes alıyorlar.  


Erkan: Vianne’ın kızıyla olan ilişkisi de ilginç; Sorunları çözen kişi olarak Vianne’ın da bir travması var. Kızı sabit bir hayat istiyor ama Vianne tam tersi göçebe bir hayat yaşıyor. Vianne’ın oradan oraya gezme sebebi kendi travmasını çözemiyor olması ve sil baştan her şeyi kendisine tekrar yaşatıyor olması. O da bunu aslında Josephine ve Roux karakteriyle çözümlüyor.
Erkan: Kasaba herkese iyi geliyor kısacası. Farklı düşünen, farklı yaşam tarzları olan ama çikolatanın o büyüleyici etkisiyle bir arada yaşayan bir kasaba kurulmuş oluyor. Bu anlamda filmi gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımları olarak tanımlanan “Ütopya” sınıfına da koymak mümkün gözüküyor. (Film Fransa'da Flavigny-sur-Ozerain kasabasında çekilmiş.) Film için butik bir çikolata filmi dedik. Butik kavramını son zamanlarda fazlasıyla duyuyoruz. Özellikle butik kahvecelerle hayatımıza girdi ve ülkemize çok hızlı şekilde bir kahve kültürü entegre etti. Peki Ülkemizde butik çikolatacılık ne durumda?

Samet: Bugün Türkiye'deki butik çikolatacılarda çikolatanın kilosu 120 lira seviyelerinden başlıyor. Bunun dünyadaki karşılığı da aşağı yukarı bu düzeyde. (Dünyada çikolatanın ortalama kilo değeri 30-35 Euro civarında) Kakao kalitesine, ortaya koyduğu farklı tada, pazarlama gücüne ve hitap ettiği kitleye göre bu fiyatlar çok daha yukarılara tırmanabiliyor. Gelecekte fiyatın daha da artması bekleniyor, çünkü dünya kakao rezervlerinde sıkıntı yaşanması bekleniyor. Belki bir 10 sene sonra kilosunun 1000 lirayı aştığına şahit olabiliriz. Ülkemizde şerbetli ve sütlü tatlılar oldukça yaygın. Pazarın fabrikasyona esir edilmiş olması ve firmaların kendini geliştirmemiş olmasından dolayı, Türkiye'de oturmuş bir çikolata kültürü yok. Çikolata denildiğinde halkımızın çoğunun aklına, bakkalda kasa önünde satılan paket veya madlen denen kare çikolatalar geliyor. Hâlbuki çikolata çok daha karışık bir mesele (Gülüşmeler…) Bugün, yılların çikolatacısı olduğunu iddia eden bir firmanın şubesine gittiğinizde, çikolatalarının dolgusuz ve tekdüze, üstelik kâğıda sarılı, içinden ne çıkacağını bilmediğiniz halde satıldığını görürsünüz. Bunlara bir de, düşük kaliteli içerikler eklendiğini (toz kakao, şeker, son kullanma tarihini uzatan yağlar vb) görüyoruz. Bütün bu etkenler el yapımı çikolatayı, üste doğru itiyor ve lüks tüketim haline getiriyor. Hâlbuki yeme - içme konusunda hayli gelişmiş olan ülkemiz, çikolatayı da geliştirebilir ve yaygınlaştırabilir. 2000'li yılların ortasından itibaren kahvenin sükse yaptığını ve büyük bir trende dönüştüğünü gördük. Günümüzde bunu çikolata için söyleyebilirim. Gözlemlediğim kadarıyla (Bilhassa İstanbul'da) Küçük ölçekli butik çikolatacılar ve atölyeler artıyor. Mevcut olanlar ise şubeleşiyor. Her geçen gün menülerine farklı ürünler, yeni sunumlar ekliyorlar. Hem göze, hem damak zevkine hitap ederek misafirlerini şaşırtıyorlar. Kimisi taze meyve üzerine, kimisi de çikolata dolgusu üzerine yoğunlaşıyor. (Misal; geçenlerde tahin dolgulu bitter pralin denedim, bayıldım) Çikolatanın envai çeşit şekli, dolgusu, kıtırı, çıtırı var. Gittiğiniz her çikolatacı da hep yenisine rastlayabiliyorsunuz. Çikolatacıların ve çeşitlerin artmasını görmek güzel ama yeterli değil. Günümün neredeyse 1 saatini sosyal medyada, yurtiçi ve yurtdışında ki çikolatacıların sayfalarını gezerek geçiriyorum. Yaptıkları ürünleri tadamasamda hayranlıkla takip ediyorum. Yurt dışında ki çikolata uygulamalarının ülkemizde de yapılmaması için bir sebep göremiyorum. Butik ve el yapımı çikolata konusunda benim de birkaç fikrim var. Bunları hayata geçirip, işler hale getirdiğimde ortaya güzel şeyler çıkacak. Çikolata ucuz bir ürün değil. Ülkemizin şartları da malum, her şey alım gücüyle alakalı. Ama iyi çikolata yaygınlaşırsa, fiyatı makul seviyelerde kalacaktır. Bu noktada yılların büyük Türk çikolata markalarına bir tavsiyem olacak: Çikolatalarınızı daha iyi ve kaliteli hâle getirin. Günümüz uygulamalarına kendinizi adapte edin. Çikolatalarınızı kâğıttan çıkarın özgürleştirin. Yoksa yakında ofsayta düşeceksiniz, çünkü iyi çikolatacılar artıyor…

Erkan: Bu güzel filmi izleyip, birlikte yorumladığımız için teşekkür ederim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas