Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hiroshima Mon Amour

Hiroshima Mon Amour 'u sinema tarihi acisindan essiz kilan ozellikleri; Yeni Dalga'yi baslatan filmlerden bir tanesi olmasi, donemin sinemasal anlatimina yeni bir soluk getirmesi ve insanlik tarihinin en buyuk suclarindan yani Hiroshima'ya atilan atom bombasini konu edinmesi seklinde siralayabiliriz. Bunlarin yaninda Japonya'ya film cekmek icin gelen Fransiz bir aktristin bir, Japon muhendisle yasadigi cok kisa suren aski anlatmaktadir. Sembolik bir anlatim iceren film kadinin gecmiste tattigi buyuk ask ve sonrasindaki buyuk yikimin yeniden insasini yikik bir sehirdeki "Japon Muhendisin" kollarina birakmasi oldukca naif bir gosterge olarak sunuluyor. Kadin gecmisteki askini hafizasindan baska bir askla temizlemeye calisirken, savasin yarattigi yikim, kolektif bilincimizden temizlemenin bir yolunun olmadigi ve tum insanligin bu trajediden sorumlu oldugu, belki de filmin icerisine entegre edilen o belgesel karelerle yuzumuze surekli olarak carpiliy

Splice

Kult filmi Cube ile akillarimiza kazinan Vincenzo Natali yeni filmiyle insan ve hayvan hibriti projeleriyle, birlikte calisan hem de birlikte olan bilim adami ciftin hikayesine odaklaniyor. Filmin insani klonlanmasi uzerinden bilim etigi, tanri vs. gibi sorgulamalar uzerinden ilerleyecegini dusunuyoruz ama filmin asil odaklandigi konu bir canlinin gelisimi. Konu bir cift, ve bir bebek olunca Freud'un seksuel gelisim kuramini yaniniza alip izlemek filmi daha anlamli kiliyor. Yonetmen hizli gelisen ve buyuyen Dren'in gelisimini ve sorunlu bir birliktelikleri olan bilim adami cifti Freud'un bu gelisim kuramina entegre ederek hizli bir sekilde Freud'un bu gelisim kuramini gorsellestiriyor. Yonetmen Cube'daki gibi klostrofobi'ye uygun hikayesiyle kapali bir ortama hapsedip bunun uzerinden bir gerilim yaratmak yerine, filmi aksiyona baglamasi ise film icin buyuk kayip olmus....

Tropa De Elite 2

2007 yilinin en guzel surprizlerinden bir tanesi "Tropa De Elite" ve yonetmeni "Jose Padilha" idi. 2011 yilina geldigimizde Jose Padilha bizlere bir surpriz daha yaparak devam filmiyle karsimiza cikti. Ozel bir tim icerisinde gorevli "Nascimento" 'nun gorevi cercevesinde yaptiklarinin ve bunun sosyal hayatindaki yansimalarini yonetmen ilk filme bizlere sunmustu. Ikinci filmle birlikte sosyal hayatindaki bu gel gitlerin bir taraftan Nascimento'da biraktigi izlere (Karisindan ayrilmasi, cocugunun O'ndan uzaklasmasi) bir taraftan da is hayatindaki yukselisine tanik oluyoruz.(Nascimento'nun suca karsi olan savasini buyuterek "Sistem" ' yoneltmesi) Yonetmen Jose Padilha "sistem" gibi uzerine saatlerce konusulabilecek bir konuyu gayet basit bir dille ve gayet akici bir sekilde anlatmasi filmin birinci basarisi, en buyuk ve ikincisi ise filmin yonetmenin kendi ulkesinden; yani Brezilya'dan cikmis olmasina

La Casa Muda

Aile kurumunun sicak ve dis dunyadan koruyucu "izole" yapisinin bir imgesi olarak "ev" korku sinemasinda cok farkli sekillerde yer edindi kendisine. Evin "tavan arasi" bolumu ise bilincaltinin bir arketipi olarak korku filmlerinde genellikle bas karakterin yuzlesmesi gereken bir olayi ya da travmayi imliyor. La Casa Muda'da mekan olarak ev ve tavan arasini kullanan bir korku filmi, filmi diger korku filmlerinden ayirmaya calisan ve ture yeni bir soluk getirmeye calisan yani ise tek plandan olusmus olmasi.Fakat; filmin tahmin edilebilen senaryosunu, seyircisine sundugu 1,5 saatlik tek planlik tecrube bile kurtaramiyor...

Norwegian Wood

Haruki Murakami'nin ayni isimli romaniyla beyazperdeye uyarlanan film, kitap icin fazla hizli olabilecek bir girisle aciliyor. Watanebe'nin iki ask arasinda kalan duygusal gel gitleri,cinselligi kesfi, kisaca buyume hikayesi yonetmen Anh Hung Tran olusturdugu muhtesem kadrajlarla, mevsimlere sigdirdigi bir senfoni halini aliyor. Romanin ajitasyona meyilli hikayesi, yonetmenin elinde soguk bir dramaya donusuyor....

Kafe

Gözlerini kapatıp 5'ten geriye doğru sayıp açtığında kafe içerisinde sadece kendisi kalmıştı. Fincanındaki son yudumla dudaklarını ıslattı ve bir süre o yudumu içip içmeme tereddütü yaşadıktan sonra doğal bir felaket olup insanların bu yüzden mi bu kadar hızlı bir şekilde kafeyi terk ettiğini düşündü. Zamanın aktığını çevresindeki insanlardan fark edebiliyordu. Mesela biraz önce sağ tarafındaki masada oturan "sevgili"; akrep-yelkovandı O'nun için ve yalnızca oniki olduklarında sıkıca birbirlerine sarılabiliyorlardı, gerisi sadece amansız bir kovalamacaydı. Hemen karşı tarafında oturan yaşlı kadın takvimdi. Sadeydi, ömrü hergün sayfası yırtıp atılan takvim yaprakları gibi sayılıydı ama yine o takvim yaprakları gibi günlerin anlamını bilen, o gün ne pişirileceğini söyleyen, tavsiyeler yağdıran bilge bir yönü de vardı. Artık dudağındaki kuruluk iyiden iyiye rahatsız etmeye başlamıştı.Kahvesindeki son yudumu içmek için fincana doğru uzandı. Parmağıyla finca

The Killer Inside Me

Unlu yonetmen "Michael Winterbottom" son filmiyle Texas'ta muhafazakar bir kasaba da gecen bir Neo Noir'e imza atmis. Kasaba'da bir fahisenin ortaya cikmasiyla birlikte, O'nu kasaba disina gonderme gorevi Lou Ford'a veriliyor. Lou Ford'un kucuklugune dair olan cinsel sapkinliklari ve oldurme gudusu Joyce'un bedeninde uyaninca; olaylar bir Film Noir'de olmasi gerektigi gibi oluyor ve kontrolden tamamen cikiyor. Lou Ford bir katile donusuyor. Winterbottom'un gun isigina buladigi, Freudien arketiplerle bezeli "Neo Noir" 'i gorsel, isitsel kusaginin kusursuzlugunu, ne yazik ki senaryoda gosteremiyor. Oykude ki bu aceleci tavir dramatik yapiyi sekteye ugratiyor.

Machette

Grindhouse projesinde bir trailer olarak ortaya cikan "Machette" daha sonra Robert Rodriguez'in elinde uzun metrajli bir projeye donusmustu. Grindhouse projesinde ki en eglenceli trailer olarak gozumuze carpan Machette'in en komik yanini Danny Trejo'nun basrol oynamasi olusturuyordu. Robert Rodriguez Ve Quentin Tarantino'nun "Grindhouse" hezimetinden sonra cizilen karizmalarini Quentin Tarantino; Inglorious Basterds'la toparlayabilmisti. Tarantino'nun sinema dilini olusturan ucuz eglence vaadini, Inglorious Basterds fazlasiyla karsiliyordu.Hemen hemen ayni sularda gezinen Robert Rodriguezi ise Tarantino'nun sinema dilinden ayiran en onemli ozelligi filmlerine politik bir temayi da angaje etmesinden kaynaklaniyor. Machette ise bahsettigimiz ucuz eglence ve politik bir temayi (Her ne kadar film ciddiye alinacak bir yapim olmayacak ve sirf eglence amacli izlenecek olsa bile, eklenen politik temanin gayet ciddi bir sekilde eklen

Av Mevsimi

Bu ulkede bir polisiye mumkun mu? sorusunu unlu yonetmen Yavuz Tugrul son filmiyle sorgulamaya calismis ve bunu filmine entegre ettigi Antropolog Hasan( Bu topraklarda polisiye olup olmayacigini merak eden seyircinin perdedeki karsiligi) uzerinden sorgulamaya calisiyor. Hasan'in polislige alisamamasini ve surekli isi birakmaya giden hallerini dusunursek biz seyirciler icinde yerli bir polisiye izleme deneyimi de oldukca zor ve film her ne kadar guzel bir atmosfer ve iyi bir yonetime de sahip olsa " biz polisiyeyi baska topraklarin " sinemasindan ogrendik. Ve yerli polisiye yapimlar ne kadar iyi yonetilse ve buyuk produksiyonlar da olsa ogrendigimiz topraklarin sinemasinin otesine bir basamak daha cikamiyor. Olani tasdikliyor o kadar. Bu ulkeden bir polisiye cikar mi? Belki de bu sorunun cevabini bulmamiz icin filmdeki "Ferman" karakterinin onerdigi gibi; Baska bir araliktan bakmaliyiz...

Sinema Hayattır...

"Saniyelerde" sinopsisler kurulur. "Dakikalarda" ise mizansenler. "Saatler" bu dakikaların alegorisidir. Ve akşam "Gün" sonunda yastığa başınızı koyduğunuz da tüm bunların kurgusunu oluşturursunuz... "Sinema hayattır..."