Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

The X - Files : I Want to Believe

Bir TV klasiği deyip geçmek istemiyorum X-Files için bir TV olayı, bir TV devrimi, bir dönem klasiği ne bileyim bir sürü şey saymak istiyorum ama tek şeyle açıklayamam efsane diziyi. X-Files'in bizi TV ekranlarından terk etmesinin üzerinden altı sene geçmiş(Mulder ve Scully'nin yüzlerideki çizgileri görünce ne kadar geçtiğini daha kolay idrak ediyor insan) ve filmin çekimini ilk duyduğumda Chris Carter'ın efsaneyi yeniden hortlatacağını düşünmüştüm. Fakat filmi izlediğimde öyle bir maksat olmadığını sadece Mulder ve Scully'nin gizli dosyalar sonrası yaşamlarına bir göz atmaktan ve bir polisiye dosyayı çözmekten öte gitmediğine kanaat getirdim. Yolunu bilimin ışığında çizen Scully yine aynı Scully ve Katolik bir klise hastanesinde sivri bir bilim adamı görüntüsünde. Mulder da yine bildiğiniz üzere yine tanıdığımız Mulder ve yanında bilimsel bir açıklama yapılsa bile ve bu açıklama doğru olsa bile en olmaz komplo teorileri üreterek ve olayları en paranormal şekilde açıkla

Blue 2

Kieslowski'nin Fransız bayrağının renklerinden yola çıkarak çektiği üç renk üçlemesinin Mavisi(hürriyet) her ne kadar hüznün doruklarında gezinsede, mavi tonlarıyla masal gibi bir atmosfer sunarak Julie'nin yeniden hayata tutunmaya çalışmasını filmin sonunda notalara döküyor... Meleklerin dilini konuştuğumda. Eğer sevgim yoksa, Çınlayan bir çandan farkım kalmaz. Geleceği görme yeteneğine, Bütün gizemlerin sırrına, Ve bilgeliğe ulaştığımda. Koca dağları kıpırdatacağıma yürekten inansam bile. Eğer sevğim yoksa; Ben bir hiçim demektir. Sevgi sabırlıdır. İyilikle doludur. Her şeye katlanır. Her şeyi umar. Sevgi asla ölmez. Kehanetler son bulur. Diller susar....

La Terza Madre

Büyük korku ustası Argento ne çekse izlerim diyenlerdenim.Başyapıtları Suspiria' nın, Profondo Rosso'nun, Tenebre'nin.... sıkı bir fanı olarak dönem dönem çektiği kötü filmlerini bile zevkle izlerim diyebilirim rahatlıkla. La Terza Madre ise ustanın Suspiria ve Infernodan sonra çektiği üç anne üçlemesinin son filmi. Üçlemenin diğer filmlerine oranla efekt açısından daha doyurucu olmuş film, diğer Argento filmlerinde olduğu gibi yine kötü oyunculuklar; uzun, bol kanlı, gerilimi yüksek cinayet sekanslarıyla göze batan film için keyifli bir seyirlik diyorum. Üçleme içinde illa bir sıralama yapmam gerekirsede; Suspiria La Terza Madre Inferno olur sanırım....

Be Kind Rewind

Sinemanın yeni haşarı çocuğu Michael Gondry'nin kendi ülkesinde çektiği "Science des rêves, La "'in ardından Hollywood'da "Be Kind Rewind"'a imza atmış. İlk iki filmi oldukça deneysel gözüken Gondry bu filmiyle birazcık geleneksel anlatıya dönmüş fakat, bu tabiki kendi dokunuşuyla...80'ler döneminin unutulmazları video kasetlerin dijital teknoloji ve yapımcı şirketlerin aç gözlülüğüne yenilmesinin ardından, ard arda çıkarılan dvd box setlerle, farklı yönetmen - yapımcı baskılarıyla şirketlerin filmleri (herhangi bir 1920 yapımı filmi bile) tüketim manyaklığı haline getirmesine... telif hakkı kisvesiyle gişede kazanılan milyon dolarlar yetmezmiş gibi gözlerini bu uğurda kan bürümesine... sinemanın kolektif bir icat olduğunu ve seyircininde burada büyük bir paya sahip olduğuna... ve bunları unutan şirketlere... en güzel cevabı "Be Kind Rewind" filminde video kaset kültüründen gelen sinefiller veriyor. Yapımcı şirketlere karşı bir devrim

The Other Boleyn Girl

"The Tudors" dizisine taşınan büyük bir hikayenin, beyazperdeye taşınmış bir roman uyarlaması film; güçlü oyuncularına yaslanan entrikalar, aşk ve şehvet üçgeninde gidip gelen, bunu yaparken dönemin olaylarını yüzeyselleştiren bir anlatıya sahip, filmde sevdiğim şey yönetmenin kapı ve eşik çekimi sekanslarıyla izleyicinin üstü kapalı olayları, entrikaları röntgenlemesini ve gizlice bakmasını sağlaması oldu. Bunu Seven Şunu da Sevebilir : Atonement (2007)

Musallat

Türk korku filmlerinin yoğun şekilde sunulduğu bir dönemdeyiz genelinin ortak noktası hikaye olarak bu toprakları, islami motifleri seçmeleri fakat genelinde ki ortak sorun da hepsinin oldukça amerikan, gişeye oynayan, vasatın üstüne çıkamayan ve üstüne düşünülmemiş filmler olmalarıdır kanımca...

Machine Girl

Tarantio'nun Kill Bill ile beyazperdeyi kızılcık şurubu rengine boyamasından sonra intikam filmleri furyası, bireysel adalet filmleri fazlasyıla boy göstermeye başlamıştı. Machine Girl ise Tarantino'nun Kill Bill'de beslendiği topraklardan Japonya'dan çıkma bir film. Japon uçarılığı,B filmi, anime tadı, fetişizm, oluk oluk kan, kötü oyunculuklar, filmi anlatmaya çalışacağım başlıklar olabilir. Bunlardan herhangi birisi sizi eğlendiriyorsa filmi sevebilirsiniz, hepsini seviyorsanız nirvanaya ulaşabilirsiniz... Ami filmin başlarında "Ne olursa olsun şiddete başvurmamalısın" teziyle hareket etsede, tevekkülün önünde duramıyor.... Bunu Seven Şunu da Sevebilir : Kill Bill (2003,2004)

A Clockwork Orange

Roman uyarlamaları her ne kadar tatminkar sonuçlar vermesede, Kubrick'in otomatik portakal uyarlamasını ayrı bir yere koymak gerekir. Anthony Burges'in taşkın,vahşi ve aşırı bir hayat yaşama isteği içindeki bireylerin, toplumdaki yansımalarını çıkaran; sistem içindeki bireyin nasıl yontularak bir makine haline getirildiğini anlattığı romanında, Kubrick'in en iyi yaptığı şey kanımca romandaki her biri karikaturize karakterleri kamerasından da hem karakter, hemde mekan bazında karikaturize şekilde yansıtmasıdır. Bunu Seven Şunu da Sevebilir : Şiddetin ozanı "Sam Peckinpah"'tan birşeyler öneresim var ama ismini koyamadım filmin...