Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Golden Shot

Darren Aronofsky 'nin tum filmleri bagimli bir karakterin hikayesini anlatir. Bu bagimlilik "madde bagimliligi" degildir. Bir gun TV' ye cikacagini umut eden ve bunu takinti haline getiren bir anne Requiem For a Dream 'de , Karisinin kanser hastaligini takinti haline getiren ve olume meydan okuyan bilim adami The Fountain'da, Bir zamanlarin populer gurescisinin eski basarili gunlerine duydugu ozlem The Wrestler'da, Kugu golu balesi icin basrolu oynamayi saplanti haline getirmis balerin Black Swan'da Aronofsky'nin bagimli karakterleridir. Bu bagimliliklar karakterleri icin tum filmlerinin sonunda gorsel bir "golden shot" barindirir. Black Swan'in balerini kanli bedeniyle platformdan atlarken, The Wrestler'in gurescisi kendi sonunu hazirlayan vurusu gerceklestirir....

Kaboom

Greg Araki'nin The Doom Generation'dan torpilli rengarenk yonetiminin, biseksuel karakteri Smith'in cinsel tercih yoktur,cinsellik vardir mottosuyla olusturdugu birliktelik; Kara mizah, Bilim Kurgu, Korku ve Ajan filmleri turlerini basarili bir sekilde harmanliyor.

Rabbit Hole

Aykiri filmleriyle (Shortbus, Hedwig and the Angry Inch) tanidigimiz yonetmen John Cameron Mitchell yeni filmiyle ana akima yaklasan bir calisma ortaya koymus. Becca ve Howie'nin ogullarini kaybettikten sonra gundelik rutinlerine donme cabalarini ve yasadiklari aciyi gidermeye calisma sureclerini gozler onune seriyor. Howie bu sureci daha guclu atlatmaya calisirken ya da oyle gozukurken ( Yasanan gerilim, onun da guclu olmadigini oyle davrangidini gosteriyor.) Becca ise daha icine kapanik bir sekilde bir surec yasiyor. Kiz kardesinin hamileligi ve annesinin torununu kendi olen ogluyla eslemesi, katildigi terapiler Becca'nin psikolojisini alt ust ediyor. Yonetmen bu noktada gerilim oldukca yukselterek bir bucuk saate isledigi bir iliskiler yumagi olusturuyor. Yasanan acinin karsiliginin ne bir baskasinda, ne Tanri'da hatta ne de kendisinde oldugunu vurgulayan yonetmen, zamanin iyilestirici gucune isaret ediyor... Yasanan acinin hicbir zaman yakalarini birakmaya

Madeo

Korku, komedi ve naif bir aile hikayesi anlattigi filmi "Gwoemul" ile tanidigimiz ve sevdigimiz "Joon-ho Bong" Guney Kore sinemasinin da parlayan yildizlarindan bir tanesi. Yeni filmi "Madeo" ile yine turler arasinda gezinen yonetmen bu sefer polisiye bir hikayeyi, gerilim drama, ve komediyle harmanlamis. Filmdeki Anne karakterinin oglunun sucsuzlugu ve kusursuzlugunu ispatlama cabasi, polisiye filmlerin vazgecilmezi olan "gerceklik" arayisiyla bulusurken, annenin buldugu gerceklik ise kendi gerceginin iflasina yol aciyor...

Blue Valentine

Derek Cianfrance'in belgeselci gecmisi, filmin tamamina da hakimiyet olusturuyor. Yonetmenin her iki tarafa (Dean ve Cindy) meyil etmeden yaklasimi, Flashbacklerin gercekten yas farkliligini yansitmasi (ki filmin yapimi uzun bir zaman dilimine yayilmis.), olaylara mudavil olmayan, uzaktan sadece misafir olan kamera kullanimi, yonetmenin belgeselci yonunun hos bir karsiligi oluyor. Yonetmen Dean ve Cindy karakterlerinin birbirileri icin tam anlamiyla dogru bir zamanda karsilarina cikisini mistik bir bir zemine oturtmak yerine aski bilinen klise, buyulu sablonundan cikartarak; pragmatik, oportunist (Yani hayatta gercekten durdugu yere... ) bir duzleme yerlestiriyor... Bu belgeselci font, sinemanin kendi sicakligiyla harmanlaninca ise herkesin kendisinden, kendi iliskisinden, cevresinden gorebilecegi zaman zaman Dean, zaman zaman Cindy'nin tarafina gececegi bir yapima donusuyor. Iliski de aslinda hayatin kendisi gibidir.... yani kum saati iliskinin baslamasiyla bir

Somewhere

Sofia Coppola son filmi "Somewhere" ile unlu bir sinema oyuncusunun bunalim dolu yasantisina odaklaniyor. Yonetmen bir babanin kizi olan Sofia Coppola boyle bir film icin gayet bicilmis bir kaftan ve kendisinin de deyimiyle zaten kendi hayatindan ve daha da cok cevresindeki yasantilardan izler tasiyor film. Johnny Marco'nun kendisini bile bayan yasantisi, izleyicinin kafasindaki starlik kavraminin da icini bosaltmaya cabaliyor. Sofia Coppola'nin sabit kamera tercihleri ve sakin bir kurgu tercihi bu sıkıcılığı pekistiriyor...

Kaybedenler Kulübü

90'lar da Istanbul'da yasamiyordum. Genellikle misafir oyuncuydum. Kadikoy ve Istanbul sokaklarina. 90'larin Akmar pasaji ve Kadikoy sokaklarindaki Beat Kusagi etkilerini tam anlamiyla tanimaktan ziyade, gozleyebilmistim. Kaybedenler kulubu iste bu donemin icinden cikmis bir radyo programinin hikayesini anlatiyor. Filme bu acidan baktigimizda bir donem filmi oldugunu dusunebiliriz. Fakat; film gunumuzde geciyor hissiyati yasatiyor, ama bu filmi bu hissiyatla okumak gayet buyuk bir yanlislik olur. Cunku bu zamanlarin Akmar'i, Kadikoy'u ve Barlar sokagi eski halinden oldukca uzakta...Bu yuzden filmi bagli oldugu 90'lar disinda okumakta imkansiz.. Kaybedenler kulubunden fazlasiyla rahatsiz olmus bir izleyiciyim. Kendimden bi'seyler bulmus olmamin bunda etkisi suphesiz fazlasiyla var. Filmde politik bir donderme mevcut; Mete 80 darbesini kastederek " hayatimin on yilini hatirlamiyorum" diyor. Apolitize edilmis bir kusagin bireyleri olarak

Sus-mak

Mimikler tükenmiş... Kelimeler, harflere ihtiyaç duyan kelimeler ... "ünlüler" düşürmüş yüzlerini, ünsüzlere ses vermek istemez artık, "ünsüzler" kimlik bunalımında... Eller dikmiş önce göz kapaklarından gözleri; sonra birbirine bağlamış gögüste kendini sımsıkı, bir daha açılmamak üzere... Herkes bana aynı şeyi soruyor bu sıralar, ağız birliği etmişçesine... - Neden konuşmuyorsun? Ben ise; su bile içmiyorum artık, kapatıyorum ağzımı. Kurumaktan dolayı yapışıyor, mühürlüyorum dudakları. Birbirinin üzerine uzanmış iki sevgili gibi... Ve içime doğru haykırıyorum... - Susmamak için...

Alting Bliver Godt Igen

Lineer olmayan kurgusu, dongusel hikayesi, gizemli bir ask oykusuyle ilk kez Reconstruction ile karsimiza cikmisti Christopher Boe... İzleyicisi icin biraz zorlayici, ama bir o kadar da keyifli bir seyirlik sunmustu...Yonetmen yeni filmiyle ise yine kendisine ozgu sekilde tekinsiz bir atmosfer yaratarak, bilinc alti sularinda gezinen politik bir filme imza atmis. Boe'nin baskarakteri Jacob'un arabasiyla carptigi dogulu gencin cantasinda Danimarkali askerlerin tutuklulara iskence uyguladiklarini gosteren bazi fotograflar bulmasiyla basliyor. Aynı zamanda bir Senaryo yazari olan Jacob, bu karisik olayi cozmeye calisirken, izleyicide Jacob'un karmasik oykusunu cozumlemeye calisiyor. Yonetmenin onceki filmlerine gore daha takip edilebilir bir kurgu tercihi yaparak, bu noktada izleycisine daha yardimci oldugunu soyleyebilirim. Tercih ettigi bu kurgu ile filmin gerilimini ve izleyicinin merakini filmin sonuna kadar tasiyan yonetmen; filmin finaline dogru yaptigi hamle

I am Love

I am Love , geleneksel bir Italyan ailesinde gunler oncesinden hazirligi yapilmis buyuk bir yemek sahnesiyle aciliyor. Buyuk ailenin ve fabrikanin kurucusu buyuk baba tabiri caizse emekli olmadan once yerini ogluna ve torununa birakiyor. Aslinda bu degisim aile icersinde ve sirket de bir takim degisimin habercisi olarak bizlere sunuluyor. Sirket Aile sirketi formatindan siyrilip globallesme yoluna girerken, ailenin kizi Lezbiyen olmaya karar veriyor ve ailenin rus gelini ise oglunun daha alt tabakadan arkadasiyla bir ask yasamaya basliyor. Aileden ziyade bir sirket gibi isleyen bu yapiya disaridan dahil olmus olan Rus gelin, aile icerisinde cinsel bir buhran yaratiyor ve genc sevgilisiyle dogada yasadigi atesli birliktelik filmin guclu finaline isik tutuyor. A Single Man'de Tom Ford'un karakterinin psikolojisine gore renk kontrastindaki oyunlarini bu filmde ise Luca Guadagnino mevsimler, yemekler ile saglamaya calisiyor...