Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Asterea

  Invitation Birth  Breath Melancholia

Gelecek Uzun Sürer

Özcan Alper ilk filmi Sonbahar'la yaptığı ivmeli çıkışı bundan sonraki kariyeri içinde beklentilerimizi çok üst seviyelere çekmemize neden olmuştu. Yönetmenin yeni filmi Gelecek Uzun Sürer'de aslında iyi bir şeymiş gibi gözüken o ivmeli çık ışın gölgesinde kalmaktan kendisini alamıyor. Gelecek Uzun Sürer yönetmenin ilk filmi olsaydı göz ardı edilebilecek şeyler fazlasıyla edilebilirdi fakat; Sonbahar'dan sonra ister istemez çok daha iyi bir film bekliyorduk. Gelecek uzun sürer üniversitede müzik araştırmaları yürüten Sumru'nun ülkenin güney doğusuna doğru bir yolculuğa çıkışını konu ediniyor. Savaşın merkezine giden bir batılı metaforu oldukça "romantik" bir görüntü olarak karşımıza çıkıyor; her ne kadar Sumru'nun da aslında karadeniz'li olması bu durumu biraz seyretlmeye çalışsa da bu jargona teslim oluyor. İkinci olarak filmin tamamına yakını bir "ritm" sorunu yaşıyor. Sumru amaçsızca Diyarbakır sokaklarında dolaşıyor. Ahmet anlamsızc

Shame

Henüz ilk filmi ile büyük bir çıkış yaparak, kendisine hayran bırakan Steve McQueen; ikinci filmi Shame ile bu hayranlığımızı bir adım öteye taşıyor. Hunger'da Michael Fassbender ile kurduğu ortaklık; Shame'e de taşınıyor. Yönetmen "Shame " ile seks bağımlısı karakteri Brandon üzerinden "kapitalizm" eleştirisine girişiyor. Shame, Mary Harron'un Amerikan Psycho adlı filmiyle çeşitli benzerlikler göstersede sinemasal anlamda daha başarılı bir yapım. Her ne kadar Bret Easton Ellis'in romanından uyarlanmamışta olsa Ellis'in romanındaki temalara Harron'un uyarlamasından çok daha yakın. Shame mavi bir çarşaf üzerinde Brandon'un bedeninin uzanmış haliyle açılıyor. Kapitalizm'in yarattığı arzulara teslim olmuş üst düzey bir yönetici olarak çalışan Brandon için harika bir açılış sahnesi tasarlamış McQueen ve Brandon'un kusursuz bir şekilde inşa ettiği hayatını izlememizle ise devam ediyor film.(İş yerinde başarıları, kıyafeti, sürekli dolu

Hunger Games

Gary Ross'un "Pleasantville" ile ağzımıza bir parmak bal çalıp kariyerine ara vermesinin üzerinden oldukça uzun bir zaman dilimi geçti. Yönetmen bu uzun aranın ardından Harry Potter, Twilight gibi bir seri olan Hunger Games'in yönetmenlik k oltuğuna geçiyor. Yakın bir gelecekte distopik ve 12 eyalete bölünmüş bir evrende geçen Hunger Games 1984'ten Battle Royale'e kadar çok geniş bir külliyattan besleniyor. Hunger Games adı altında; her eyaletten bir kız, bir de erkek yarışmacının katıldığı geriye sadece bir kişinin kalacağı ve hayatta kalma içgüdüsünün merkezine alındığı bir yarışma düzenleniyor. Yönetmen distopik dünyasını inşa ettiği filmin ilk yarısında karamsar atmosferi izleyicisine aktarma konusunda da fena bir yol çizmiyor. "1984" kadar iyi bir distopik dünya oluşturan yönetmen oyunların başlamasıyla birlikte Kinji Fukasaku'nun Battle Royale'in de olduğu gibi hayatta kalma güdüsünün baskın olduğu ve gayet acımasız ölümlerin gerçekleşt

Weekend

Son yıllarda İngiliz sinemasından iyi filmler arka arkaya geliyor. Steve McQueen'in Shame'iyle başlayan Lynne Ramsay'ın We need talk about Kevin'iyla, Köstebek, Uğultulu Tepeler ve Tyrannosaur ile devam eden bu skalaya Andrew Haigh'in 17 gün gibi bir film çekimi için oldukça kısa sayılabilecek bir zaman diliminde kotardığı "Weekend" 'i de ekleyebiliriz. İki erkeğin arasında yaşanan tek gecelik bi r ilişkinin daha ilerisinde aşk'a doğru yelken açışını anlatan yönetmen; şaşaadan uzak yalın ve naif bir şekilde görselleştiriyor filmini. İki oyuncusundan oldukça iyi performanslar çıkardığını ve yine "öteki" olmaya dair yazdığı diyalogların zenginliğini düşünürsek Andrew Haigh'i uzun ve iyi bir kariyer bekliyor.

15 days later

Damla Orhan anısına ... 30 Mayıs Bu sabah mekanik bir şekilde uyandım… Mekanik uyanma nasıl mı oluyor? Her gün saatin sesiyle uyanmaya çalıştığınızı düşünün. Bu gibi durumlarda genellikle insan mahmurlukla uyanmaya çalışır. Bugün ise farklı olarak saat çalmayı beklemeden, yere düşerek beni uyandırdı. Ağzımda kekremsi bir tatla, ani bir şekilde ve asla dinmeyecek gibi hissettiğim bir yalnızlık duygusuyla uyandım. Şu anda satırları belki dindirir umuduyla yazıyorum. Sarılabileceğim tek şey bu kâğıt ve kalem… İşte bu uyanmanın adı “Mekanik Uyanma” 31 Mayıs Sabah, okula adımımı atmamla birlikte suratıma “gevrek simit” kokusu çarptı. Hedefe yönelerek kantine doğru ilerledim. Kantine doğru giderken merdivende birkaç arkadaşımı görür gibi oldum; fakat simidin davetkâr kokusu daha cazip geldiğinden başımla selam verip geçtim… Simidimden ilk ısırık aldığında hedefe ulaşmanın verdiği hazdan mı yoksa gerçekten iyi bir simit yediğimden mi bilmiyorum, fakat günün ilk tebessümünü vermeyi