Ana içeriğe atla

Gelecek Uzun Sürer




Özcan Alper ilk filmi Sonbahar'la yaptığı ivmeli çıkışı bundan sonraki kariyeri içinde beklentilerimizi çok üst seviyelere çekmemize neden olmuştu. Yönetmenin yeni filmi Gelecek Uzun Sürer'de aslında iyi bir şeymiş gibi gözüken o ivmeli çıkışın gölgesinde kalmaktan kendisini alamıyor. Gelecek Uzun Sürer yönetmenin ilk filmi olsaydı göz ardı edilebilecek şeyler fazlasıyla edilebilirdi fakat; Sonbahar'dan sonra ister istemez çok daha iyi bir film bekliyorduk. Gelecek uzun sürer üniversitede müzik araştırmaları yürüten Sumru'nun ülkenin güney doğusuna doğru bir yolculuğa çıkışını konu ediniyor. Savaşın merkezine giden bir batılı metaforu oldukça "romantik" bir görüntü olarak karşımıza çıkıyor; her ne kadar Sumru'nun da aslında karadeniz'li olması bu durumu biraz seyretlmeye çalışsa da bu jargona teslim oluyor. İkinci olarak filmin tamamına yakını bir "ritm" sorunu yaşıyor. Sumru amaçsızca Diyarbakır sokaklarında dolaşıyor. Ahmet anlamsızca ona eşlik ediyor. Aralarında duygusal bir bağ kurulamıyor, doğal olarakta bu oyuncu performanslarına ve filmin dramatik yapısına fazlasıyla zarar veriyor. Ve filmin yer yer edindiği didaktik dil; bir şeyler yazdığımızda ya da yazmayı boşverin en yakın arkadaşınızın dertlerini dinlediğinizde bile en zor şeylerden bir tanesi didaktik olmamayı başarabilmektir. Filmin yer yer edindiği bu didaktik dil gelişememiş karakterlerinin dillerinde mesajları ne kadar güzelde olsa itici bir şekilde çalınıyor izleyicisinin kulağına. Son olarak ise filmin fazlasıyla Sonbahar'ın gölgesinde kalmış olması; şahsen ben filmi izlerken Sonbahar'ı unutup tamamen bu filme odaklanarak izlmeye çalıştım. Fakat Özcan Alper Sonbahar'da kullandığı çoğu kadrajı filmine monte ederek risk almadan ilerleyebileceği bir yol açmaya çalışmış. Sonbahar'ı biz unutsak bile sanırım Özcan Alper unutamamış, Sonbahar kadar iyi bir film çıkarabilme heyecanına bir nebze yenilmiş. Kısacası Bir İstanbullu'nun güney doğuya gidip oraları görmek ve empati kurması gibi bir romantizme teslim olmuş Türkiye insanının genel olarak kürt sorunununa bakış açısına bir farklılık getirmek yerine belgesel görüntüleri ve ağıtlarla Sumru üzerinden izleyicisini Empati kurmaya çağırıyor. Fakat bu sorunun artık empatiden ziyade daha realist çözümlerle sonuca gidebileceği gerekliliğini vurgulayamıyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas