Ana içeriğe atla

Seven Psychopaths

         

Bir kısa bir de uzun metraj iki film ile adından sıkça söz ettiren yönetmen Martin McDonagh merakla beklenen yeni filmi Seven Psychopaths ile tekrar izleyiciyle buluştu. In Bruges ile yaptığı inanılmaz çıkış yönetmenin bu yeni filmine olan beklentilerimizi de oldukça fazla olmasına yol açmıştı. Seven Psychopaths'ı izledikten sonra bu beklentiler karşısında Martin McDonagh'ın da ezildiğini fakat ustaca bir hamle ile bu beklentilerin oluşturduğu baskıyı yine kendi tarzında bir suç filmine dönüştürdüğünü gözlemleyebiliriz. Filmimizin konusuna kısaca göz atacak olursak ;

Senaryo yazma konusunda son zamanlarda oldukça sıkıntı yaşayan bir yazarın arkadaşının Shih-Tzu cinsi bir köpeği kaçırmasıyla birlikte yaşananları anlatıyor. Köpek sahibinin azılı bir gangster olması ise başta yazar ve arkadaşlarını hem tehlikeli bir o kadar da eğlenceli bir oyunun içerisine sürüklüyor. 

Filmin isminin Seven Psychopaths olması ister istemez bir Kurosawa klasiği olan Seven Samurai hatırlatıyor. Zaten filmin tek akrabalığı iki filmin isminde de Seven geçmesinden kaynaklı değil. Seven Samurai'de hasatlarını eşkıyaya vermek istemeyen ve bunun için direnen köylülerin karşılığını Seven Psychopaths'ta yaratım sıkıntısı çeken bir yazar olarak (Marty) görmek mümkün. Ve yaratım sıkıntısı çeken yazarımız birbirinden farklı psikopatların izini sürererek yazmaya başlıyor.Tıpkı köylülerin yedi samuraydan yardım alması gibi Marty'de senaryosu için yedi psikopattan yardım almış oluyor. Her bir psikopatın hikayesi oldukça eğlenceli kısa seyirlikler olarak çekilmiş. Zaten bu kısa seyirlikler filmin tamamından daha eğlenceli seyirlikler sunuyor. Ekibin çöle giderek (yazma sıkıntısı çeken bir yazarın zihnini tarif edecek yerinde bir mekan seçimi.) burada mafyayla gerçekleşen büyük hesaplaşmayla filmin finali gerçekleşiyor. Yazarımız bu aksiyondan sağ kurtularak senaryosunu istediği gibi sonlandırıyor. Bu noktada tekrar Seven Samurai hatırlamakta fayda var. Filmin finalinde hatırlarsanız hayatta kalan üç samuray, Kambei, Katsushirō, ve Shichirōji köylülerin mutluluk içinde bir sonraki toprak ekimini izlerler. Köylüler, kendileri için artık bir önemi kalmayan samurayları görmezden gelmeye başlarlar. Çiftçiler için savaşı kazanmalarına rağmen kendileri için bir şey kazanmamış ve arkadaşlarını kaybetmişlerdir.

"Yine biz yenildik." der Kambei. "Çiftçiler kazandı, biz değil."

Bu noktada Seven Psychopaths' a dönüş yaparsak; psikopatların hemen hemen hepsi ölmüş kazanan senaryosunu yazmayı başaran Marty olmuştur. Hatta Marty'de çiftçilerin samurayları görmezden gelmesi gibi ölen psikopatları (doğrudan ölen arkadaşının evine yerleşmiştir) ve sağ kalan psikopatı hiçe saymaktadır. (Jenerik sonrasında ki sahnede Tom Waits'in canlandırdığı psikopata söz verdiği halde telefonunu filminin sonuna yazmamıştır.) 

In Bruges sonrasında neler yapacağını merakla beklediğimiz Martin McDonagh belki bu beklentilerin verdiği baskıyı akıllıca bir yaratıcılığa dönüştürerek yaratım sıkıntısını bir suç filmine iliştirerek aslında yazarın en büyük psikopat olduğunu bizlere sunuyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas