Geçen haftanın en merakla beklenen TV olayıydı The Following. İnsanın doğasındaki şiddet ve öldürme güdüsünü merkezine alan bir seri katil ve polis dedektifi arasında geçen gerilimli bir hikayesi var.
Edgar Allen Poe tutkunu bir profesör(Joe Carroll); yıllar öncesinde ondört öğrencisini gözlerini oyarak öldürmüş ve sadece bir öğrencisi kurtulmayı başarabilmiştir. Bu yarım kalan işini tamamlamak için hapishaneden kaçan Joe Carroll'in peşine ise daha önce yakalayan Ryan Hardy tekrar düşüyor. Carroll, tutukluluğu boyunca gittiği kütüphanede internet erişimi yakalamış ve bir takipçi kitlesi oluşturmuştur. Ve bu noktada olaylar klasik bir seri katil-polisiye filmi konseptinin oldukça dışına çıkıyor.
Dizi klasik bir katil-polis kovalaması sunmanın ötesinde şiddetin kökenlerine inmeye çalışıyor. Joe Carroll'un edebiyata olan aşırı tutkusunun öldürme tutkusuna karşılık gelmesiyle ilginç sorgulamalara neden oluyor. Bu tutkunun Ryan Hardy'de karşılığını ise Joe Carroll'u yakalama obsesifliği olarak gözlemleyebiliriz. (Afişinden de anlaşılacağı üzere Hardy'nin sembolik olarak Carroll'a dönüşmesi)
Dizinin seri katil filmlerine getirdiği diğer bir yenilik ise Joe Carroll'un internet üzerinden yarattığı hayran kitlesi ve müritleri. Zaten Carroll ilk bölümün sonunda kaçtığı hapishanenin yolunu tekrar tutuyor. Fakat arkasında bıraktığı müritleri dizinin ilerleyen bölümlerinde anladığım kadarıyla bölümlerin şekillenmesini sağlayacaklar. Bu noktada iki şeye dikkat çekmek yerinde olacaktır. Birincisi Carroll'u ben bir performans sanatçısına benzettim ve diğeri ise günümüzde sosyal medyanın şekillendirdiği bir çok etkinlik gibi Caroll'un bu performansına sosyal medyanın yön vereceği. (etkinliğe dahil olma ve ilerleyen bölümlerde olası bir rating sistemi)
Bu noktada performans sanatıyla Carroll'un bağlantısına bakmakta fayda var. Bilindiği üzere performans sanatı tiyatroya benzeyen; bir ana fikri ve yapılışında bir hikayesi olan gösteridir performans, fakat tiyatrodan bir farkı var; o da, tiyatroda aktörler sahte bir bıçak ile kan yerine de ketçap kullanırken performans sanatında sanatçı hikayesinde gerçek, keskin bir bıçak ve gerçek kan -çoğunlukla kendi kanını- kullanmayı seçer. (mimesis-dergi/2012/07)
Carroll sergilediği ilk performans zamanlarını düşünürsek sosyal medyanın bu denli hakim olmadığı zamanlara denk düştüğünü görürüz. Hapishaneden kaçmadan önce örgütlediği müritleri ise kaçışıyla birlikte bunun bir performans etkinliğine dönüşmesine neden olan izleyici (sanat eserine dönüşmesi için gerekli kitle) olarak hizmet ediyor. Fakat Carroll bu noktada sabit kalmıyor ve izleyicisini de performans sergilemeye davet ediyor. Hatta kendisi hapishaneye son performansını sergileyip tekrar girerek sahneyi fan kitlesine bırakıyor. Kendisi izleyici, izleyicileri ise performans sergileyen konumuna getiriyor. Carroll'un hapishaneye tekrar girmesi, The Dark Knight'in Joker'i gibi yaptıklarını bir felsefeye oturtuyor. Sosyal medya kanalıyla oluşturduğu takipçilerini performans sergileyen konuma getirmesi bu seri katil-polis oyununu çok farklı bir konuma taşıyor. Bizi ve bedenlerimizi çoğunlukla belli şekillerde kullanmaya, terbiye etmeye çalışan iktidara karşılık Carroll izleyicilerini (Fight Club gibi bir oluşuma dönüşeceğe benzer) performans sergilemeye davet ediyor. (Dizinin adının The Following olması da her iki kanala (Hem katili kovalayan polise, hem de katili takip eden izleyiciye) hizmet etmiş oluyor.)
Foucault'ya göre İktidar, bedeni siyasal alanın içine alarak kuşatır, bedene doğrudan müdahalelerde bulunur. Bedenin iktidar ve egemenlik tarafından kuşatılmasının nedeni, bedenin üretim gücünden kaynaklanır. Foucault, bireyin hapishaneye tâbi kılınmasının dört işlevi barındırdığını ifade eder: İnsanların yaşam zamanları çalışma zamanlarına dönüştürülür, bedenleri işgücü haline getirir, ekonomik, siyasi ve hukuksal bir iktidar oluşturularak bu iktidar kurumlar içinde işleyebilen bir mikro-iktidar olarak kullanılır ve son olarak da epistemolojik bir iktidar oluşturulur. Bu yüzdendir; yaşadığımız dünyaya dair verilebilecek en güçlü tepki bedenlerle oluşturulabilir, dizinin iktidarın karşısına koyduğu seri katili bir performans sanatçısını andırması ve bunu yaparken günümüz kitle iletişim araçlarını kullanarak kolektif bir eyleme dönüştürmesi, dizinin şiddetin kökenlerine inmenin yanı sıra çeşitli iktidar okumalarını da zorunlu kılıyor.
Şiddete aç bir manyak, edebiyata olan aşırı tutkusu öldürme tutkusuna karşılık gelen bir sosyopat, siyasi iktidara karşı kafa tutan bir örgüt lideri, yaptıklarını belli bir felsefeye oturtan Joker benzeri kötü bir karakter ya da sapkın bir performans sanatçısı... dizi ilk bölümüyle kafamızda bir çok soru işareti oluşturmayı başardı. Carroll'un yapacakları ve dizinin senaristlerinin çizeceği yolu merakla beklemek düşüyor bizlere...
Yorumlar