Ana içeriğe atla

The Angel's Share



Ken Loach ilerlemiş yaşına rağmen her yıla bir film sığdıran, üretken bir yönetmen. Bildiğimiz gibi Loach işçi-alt sınıfın sorunlarıyla ilgilenir. Yeni filmi Angel's Share ile yönetmen yine bildiğimiz sularda geziniyor. Fakat bir iki ufak değişiklikte filminde mevcut. Yönetmen bu sefer herhangi bir sınıfa dahil olamamış, herhangi bir yeteneği bulunmayan ve sabıka kayıtları bir hayli kabarık olan gençlerin hikayesine odaklanıyor. Film açılmasıyla birlikte bu gençlerin hakim karşısında kamu hizmetine yollanmalarını izliyoruz. Filmin ana karakteri Robbie'yi de bu şekilde tanımış oluyoruz. Robbie suç profili oldukça yüksek olan ama aynı zamanda baba olacak bir genç ve bu kriminal hayatını geride bırakmak istiyor. Sosyal görevli Harrie'nin hayatlarına dahil olmasıyla birlikte bu suç profili yüksek gençlerin içlerindeki potansiyellerini ortaya çıkarması için var gücüyle çalışıyor. Harrie'nin filme dahil olması filme Whisky kültürünü de dahil ediyor. Robbie'nin whisky kültürüne dahil olma şekli ise iyi koku alan burnuyla oluyor. Ekibin bir whisky müzayedesinde gerçekleştirecekleri soygunla ise film biranda soygun filmine dönüşüyor. Ken Loach bizi beklenmeyecek şekilde her ne kadar belli bir şablonla da olsa film boyunca şaşırtıyor. Türler arasında geziniyor, komedi dozajını eski filmlerine oranla yüksek tutuyor, gençlerin o eğlenceli aksanlarından bizi mahrum bırakmıyor. Bunları yaparken bildiğimiz Loach çizgisinden de ödün vermiyor. Yine alt sınıftan bir hikaye anlatırken ne kadar suçluda olsa herkesin kendi potansiyelini sergileyebileceği bir şansa ihtiyacı olduğunu açık bir şekilde savunuyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas