Ana içeriğe atla

Whiplash

Eğitim öğretim temalı filmleri şöyle bir hatırlasak sinemanın unutulmaz, öğrencileriyle farklı bir iletişim kanalı açan arkadaş canlısı öğretmenleri bir anda aklımıza gelir. Hababam Sınıfı’nın otoriter ama babacan öğretmeni Kel Mahmut’tan tutunda Ölü Ozanlar Derneğin’nin John Keating’ine, son dönemde izlediğimiz Detachment’ın Henry Barthes’ine kadar herkesin yazacağı bir isim mutlaka olacaktır. Disiplinli bir okulda öğrencilerinin gerçek potansiyelini barışçıl bir şekilde çıkarmaya çalışan bu öğretmenler, hepimiz için unutulmaz filmlere imza attılar. Birçok eğitim kuramının vurguladığı gibi “öğrenme ortaklığı” ,”öğretmenin değil öğrenmenin olduğu” demokratik bir eğitime işaret ettiler. Damien Chazelle ise bu bildiğimiz tüm öğretmen kalıplarını yıkarak faşizan uygulamalardan çekinmeyen bir öğretmen ile öğrencisi arasındaki gerilim dolu bir eğitim sürecine odaklanıyor.
Whiplash’in öyküsü öğrenci ve öğretmen arasında sado-mazoşizme varan bir iktidar mücadelesini konu alıyor. Andrew hedefine varmak, Fletcher’in gözüne girmek için her yolu deniyor. Psikolojik ve fiziksel olarak tüm sınırlarını zorluyor. Arkadaşlıklarını, duygusal bir ilişkiyi elinin tersiyle ittiği gibi buz dolu bir kovada yaralanan elini iyileştirmeye çalışırkende görüyoruz. Fletcher ise Andrew’in bu hırslı yapısı için biçilmiş bir kaftan. Öğrencilerini sert bir eğitimden geçiren Fletcher aynı zamanda onlarla birebir ilgilenen bir eğitimci. Kendisine karşı gösterilen direnci öğrencilerinin gerçek potansiyellerini açığa çıkarmak için bir araç olarak kullanıyor. Fletcher belki etik diyemeyeceğimiz bir manipülasyon sistemi kullanıyor. Fakat filmin temel olarak sorduğu soru ve tartışmalarda bu noktada açığa çıkıyor. Bu manipülasyonu isteyen ve hatta bir adım ileri götürerek cevap veren,meydan okuyan bir karakter olduğunda ne olacak? Eğitim ve öğretimde gerçek potansiyeli açığa çıkarmak için sınırları zorlamak gerekli mi? Andrew ve Fletcher’in finaldeki kapışmaları ve bu soru izleyiciye bırakılmış.
Whiplash bir çok eğitim öğretim temalı filmde izlediğimiz bir konuyu tersine çeviriyor. Demokratik bir öğrenme modelinin karşısına bol didişmeli yer yer sado-mazoşizme göz kırpan bir modeli yerleştiriyor.Sanatta(yerine herhangi bir iş kolunu da koyabiliriz.) çok iyi olunmuyorsa geri kalan çabalar beyhude mi ve bu çok iyi olma yolunda her yol mübah mı? Bizlere de bu sorularla birlikte üzerine saatlerce tartışılabilecek, mükemmel oyuncu performansları olan gerilim yüklü bir film kalıyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas