Ana içeriğe atla

Le Passé



Asghar Farhadi sinemasını daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan About Elly hafta sonu tatilinde gerçekleşen bir kayıp vakası üzerine örülü bir dramaydı ve film yer yer gerilim öğeleriyle de bezeliydi. Sonraki filmi A Seperation ise boşanmaya karar vermiş bir çiftin hikâyesini izleyicisine aktarıyordu. Her iki filmde karakterinin sakladıkları gerçeklerin ortaya çıkması üzerine şekilleniyordu. Le Passe ise yönetmenin aynı formülü başka ülke toprağında uyguladığı bir film. Kuşkusuz ne About Elly ne de A Seperation kadar sarsıcı fakat ustaca kotarılmış.

Le Passe neredeyse A Seperation’un bittiği yerde başlıyor. Film hava alanında cam bir bölmenin ardında sabırsız bakışlarla bekleyen bir kadınla açılıyor. Onu bir türlü göremeyen adam bir süre geziniyor ve aralarındaki paravanın önünde karşı karşıya geliyorlar. Uzun süredir görüşmeyen Ahmet ve Marie’nin kopmuş ilişkilerini anlatan bu metaforda film boyunca yakamızı bırakmıyor. A Seperation’da olduğu gibi bir ayrılığın anatomisi gibi gözüken film ilerleyen bölümlerde yeni karakterleriyle birlikte dallanıp budaklanıyor. Önce ergenlik çağındaki büyük kız Lucie’nin ergen sorunları gibi gözüken öfkesinin ardındaki gerçekler ortaya çıktıkça Marie’nin yeni sevgilisi Samir ve O’nun eski karısı Celine’in intihar girişimini kapsayan oldukça geniş bir olaylar silsilesi oluşuyor. İtiraf edilmeyi bekleyen sırlar, artık bastırılamayan yalanların içerisinde Farhadi About Elly ve A Seperation’da ki gibi bilindik formülünü kurmuş oluyor. 

Ahmet’in bir türlü adapte olamadığı boşanma işlemleri için geldiği bu yer O’nun bu durumla yüzleşmesine neden oluyor. Belki de ayrılırken aklında kalan soru işaretleri bu geri dönüşle birlikte noktalanıyor. Lucie taşıdığı sırrını bu geri dönüş yapan misafire açıyor. Samir ve Marie ilişkilerini masaya yatırıyor. Samir finalde de gözüktüğü gibi eski karısına belirli bir bağlılık gösterdiği halde Marie’yle evlenmek gibi bir karar alıyor. Marie ise üçüncü evliliğine doğru yelken açarken Ahmet’in gelişiyle Samir’i gerçekten sevip sevmediğini kendi içinde yoklama fırsatı buluyor. Aslında geçmişten gelen bu misafir geleceğin kararlarını da doğrudan etkiliyor. 

Le Passe başta da bahsettiğim gibi bildiğimiz bir formül üzerine kurulu bir film. Yönetmenin sinemasında artık aşina olduğumuz bol diyalog, bol metafor ve oyuncu performanslarına fazlasıyla yaslanıyor. Fakat Le Passe, About Elly ve A Seperation’a göre daha minimal. Kamerası daha sakin, yer yer Haneke etkisini hissetmek fazlasıyla mümkün. 

Le Passe ne About Elly kadar gerilimli ne de A Seperation kadar çarpıcı bir film. Yönetmenin önceki filmleri gibi yalanların, yüzleşmelerin, varılan yargıların, yapılan yadırgamaların altında ezilen karakterlerin hikâyesine odaklanıyor fakat tek bir farkla; bildiğimiz sinema formülünü Avrupai bir anlatıyla şekillendiriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas