Ana içeriğe atla

Spartacus

Son yıllarda, olayın sonucu ne kadar da trajik olsa belirgin şekilde gerçekleşen simülasyon alegorisi Spartacus - Sand And Blood ile gerçekleşmiştir. Birinci sezon sonunda olağan check-up'ların yapılmasıyla birlikte Andy Whitfield'a kanser 
teşhisi konulmuş ve bir süre sonra da hayatını kaybetmişti. Birinci sezonda bildiğimiz klasik öykü sonucunda Spartacus kölelerle birlikte ayaklanmış ve Batiatus'un evinden kaçmayı başarmışlardı. Yine klasik hikayenin devamına göre Spartacus büyük bir direniş örneği göstermiş fakat öldürülmüştü. Andy Whitfield birinci sezonun kaçışının ardından ikinci sezon hazırlıkları başlarken kanser teşhisi konulmuş ve Batıatus'un evinden kaçtıktan sonraki mücadelesini hastalık karşısında göstermişti. Andy Whitfield direnişin bir sembolü olmasınında etkisi olacaktı ki Spartacus rolü ile "Kirk Douglas" kadar hem başarılı bir performans sergilemiş, belki de ondan daha çok sevilmiştir. Yapımcılar Andy'nin ölümünden sonra diziye devam etme kararı vermişler ve yeni bir oyuncuyla ikinci sezona başlamışlardı. Andy Whitfield'in ölümü muhtemelen diziye fazladan rating'de getirmeyi başarmıştır. Fakat seyirci tarafından da fazlasıyla kabul edilen Spartacus yani "Andy Whitfield" klasik hikayeye bağlı kalarak birinci sezon sonunda isyan etmiş, fakat savaşını kılıç kalkan üzerinden değilde kanser üzerinden gerçekleştirmiş ve ne yazık ki hayatını kaybetmişti. Yani bildiğimiz "Spartacus" hikayesi zaten sezon bir sonunda bitmişti.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas