Ana içeriğe atla

Miss Bala

Miss Bala Güzellik kraliçesi adayı Laura'nın yanlış zamanda yanlış yerde olmasıyla birlikte hayatının alt üst olması üzerine Meksika topraklarından çıkmış kara bir film denemesi. Aynı zamanda Meksika'nın 2011 yılı Oscar adayı olan Miss Bala'nın yönetmen koltuğunda ise Gerardo Naranjo var. Laura yanlış zamanda yanlış yerde bulunmasıyla birlikte uyuşturucu karteli-polis-devlet çemberinde adeta boş bir devinim sergilor. Laura bu çemberin içinden çıkmak için hangisine tutunmaya çalışsa da bir öncekinden daha zalim bir kanala çatıyor. Filmin temel olarak kullandığı argüman "beden" Hatta yukarıda bahsettiğim çemberi büyüterek "Güzellik yarışmasını" da bu çembere eklemeliyiz. Çünkü Laura'nın bedenine uygulanan "tahakküm" yani film boyunca eksik olmayan "soyun" komutu ilk güzellik yarışmasına katılmaya gittiğinde geliyor. Ve bu andan itibaren kartelin baskınının gerçekleşmesiyle birlikte Laura'ya sürekli farklı kanallardan "soyun" komutu geliyor. Sürekli olarak yapmak istemediği şeylerin dayatılarak bir bedenden fazlası olarak gözükmeyen Laura eril dünya da istemsiz bir kuklaya dönüşüyor. Bu fasit çemberde ki her bir öğe sırasıyla Laura'nın bedenini tabiri caizse tepe tepe kullanıyor. Laura'nın bedeninin kullanımı bittiğinde yani kartel işini görüp, güzellik yarışması gerekli sansasyonu yaratıp, devlet kendini akladıktan sonra ise gerçek sahibine ıssız bir ortamda ağır tahribata uğramış şekilde teslim ediliyor. Yönetmenin zaman zaman hareketli, zaman zaman tek planlık çekimleri ise filmde gerilimin dozajını ayarlama konusunda oldukça etkin bir rol oynuyor ...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas