Ana içeriğe atla

Nymphomaniac





Sansasyon kelimesinin her yaptığı filmde hakkını veren Lars Von Trier, son filmi ile bir nemfomanın öyküsünü kesitler şeklinde sunarak yapımından vizyona girişine kadar çok konuşulan bir işe imza atmayı yine başarıyor. 


İki bölümden oluşan Nymphomaniac yönetmenin Antichrist ve Melancholia ile birlikte çalıştığı Charlotte Gainsbourg’u da yine ana karakter olarak kadrosunda barındırıyor. 


Trier, Antichrist ve Melancholia ile doğa-kadın üzerinden görsel olarak etkileyici fakat hikâye konusunda zayıf, mesajı çokta anlaşılmayan filmlere imza atmıştı. Bu gelgitli fakat sansasyonel işlerden sonra isminden afişlerine çekim sırasında gelen ilk görüntülerinden teaserina kadar olay olan Nymphomaniac’ın nasıl bir film olacağı merak konusuydu. Kuşkusuz film yine Trier’den beklenildiği üzere sansasyonel bir iş ve izleyicisini yine fazlasıyla taciz ediyor. Fakat son iki filmine göre daha oturaklı, hikâyesine odaklı ve mesajı daha bir anlaşılır bir filmle karşı karşıyayız. Keza bunu yönetmenin ana karakteriyle kurduğu bağın sağlamlığıyla bile sezebiliyoruz.

Film Joe’nun izbe bir sokakta yaralı bir şekilde yerde yatışıyla açılıyor. Saçaklardan damlayan su sesi, paslar içindeki bir mekânda ölü gibi yere serilmiş Joe’yu bulan Seligman O’nu evine götürerek yardımcı oluyor. Joe kendi tabiriyle “belki de tek günahı, gün batımından diğer insanlara nazaran daha fazlasını beklemek.” Joe’nun sesinden bir terapiyi andıracak şekilde seksle kurduğu obsesif ilişkiyi dinliyoruz. 

Nymphomaniac en başarılı yönünü hasta-doktor ilişkisine benzer bir alan oluşturduğu Joe-Seligman birlikteliğinde yakalıyor. Bu birliktelik Antichrist ve Melancholia’a da da rastladığımız bir durumdu. Rasyonel bir karakter diyebileceğimiz Seligman’ın karşısında çocukluğunda yaşadığı mistisizm dolu bir orgazm anını arayan kadın karakterini koyuyor. Aralarındaki zıtlık bununla da kalmıyor. Keza Joe bir nemfoman iken, Seligman ise aseksüel bir karakter. Yine Joe ne kadar hazcı bir karakter iken Seligman ise gırtlağına kadar gömlek düğmeleri ilikli çileci bir karakteri andırıyor. Joe’yu bizlere ilgi çekici bir karakter olarak sunan bu hikâyenin en can alıcı noktası ise çocukluğunda tecrübe ettiği bu orgazm anına yaklaşmaya çalıştıkça haz duyusunu gittikçe kaybetmesi. 

Her bir karakterin orgazm anlarının fotoğraflandığı afiş çalışması ve filmden gelen ilk kareler Nymphomaniac’ın hazlarla örülü bir film olacağına dair sinyaller göndermişti. Fakat Joe’nun film ilerledikçe orgazma ulaşamama durumu gibi, filmi röntgenleme görevindeki izleyicide vaat edilen bu çıplaklıktan sürekli mahrum bırakılıyor. Hastane odalarında, donuk ve içerisinde en ufak bir tutku barındırmayan seks sahneleriyle pekte hoşlanılmayacak türden bir çıplaklık sunuluyor. 

Joe’nun yaşadığı seks deneyimlerinin ekranda yansıması ise pornografik bir estetiğe sahip. Saçma sapan tesadüfler, iş yerlerinde gerçekleşen garip diyaloglar ve farklı fetişlerin farklı fantezilerin kitsch oyunculuklarla birleşimi yetişkin filmler üreten prodüksiyon şirketlerinin ürünlerine benziyor. Bu da Joe’nun yaşadıklarının gerçek birer tecrübemi yoksa kafasında kurduğu fantezilerin birer yansıması mı olduğu sorusunu getiriyor doğal olarak. Trier’in çizdiği bu yol izleyicisine afişlerle, ilk fotoğraf kareleriyle oynadığı ufak oyunun devamı niteliğinde. Keza film vizyona girmeden önce afişleriyle, tanıtımıyla erotizm dolu olarak yaptığı davete bu pornografik estetiği de eklemleyerek izleyicinin röntgenleme güdüsünü ters yüz ediyor. (Joe’nun hazza ulaşamaması gibi izleyicide vaat edilen erotizme ulaşamıyor.)

Nymphomaniac kadın-doğa, rasyonalizm-mistizm, hazcılık-çilecilik arasında gidip gelen bu kavramlar arasında güçlü bağlar kuran ve herhangi bir ahlaki yargılamaya girişmeden sözlerini söyleyen bir yapım olmuş. Trier’in son iki filminde yakalayamadığı bir olgunluğu bu filmde görmek mümkün. Joe’ya gelince; filmin adından hareketle haz dolu bir karakterden ziyade dramını haz ilkesinin ötesine geçmeye çalışmasından alan bir karakter olarak sinema tarihindeki Nemfomanların arasındaki yerini alıyor. Unutmadan;

Haz ilkesinin ötesi ölümdür.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas