Ana içeriğe atla

The Broken Circle Breakdown



Felix Van Groeningen iki filmiyle (Dagen zonder lief, De helaasheid der dingen) oldukça başarılı işler ortaya koymuş bir yönetmen. Yeni filmi The Broken Circle Breakdown ile çıtayı biraz daha yükseltiyor. 

Vücudu dövmelerle kaplı ve kendisi de bir dövmecide çalışan Elise, grubuyla birlikte Country/Bluegrass müzik yapan Didier ile tanışır. Birbirine aşık ikili beraber şarkı söyler, evlenir ve çoluk çocuğa karışır. Başlarda her şey yolunda giderken küçük kızlarının kanserden ölmesiyle birlikte ilişkileri de çatırdamaya, ufak farklılıklar bile tahammülsüz bir hal almaya başlar. 

Duygu yüklü bir hikaye;
Broken Circle Breakdown kanserden ölen küçük bir kız, mutlu bir ailenin parçalanması gibi oldukça ajite edilebilecek bir hikayeye sahip. Fakat yönetmenin en büyük başarısı filmini bu sulardan boğmadan çıkarabilmesi. Perdede bile olsa küçük bir çocuğun ölümünü izlemek oldukça ağır bir tecrübe fakat yönetmenin ustaca hamlesi buralarda devreye giriyor. Filmine iki farklı karakteri böyle bir durumda yüzleştirirken, ilişkilerini masaya yatırıyor, müzikal kariyerlerini ve birlikte yaşayan iki kişinin bile birbirine olan farklılıklarının nasıl bir tahammülsüzlük sınırına ulaşabildiğini gösteriyor ve bu kadar farklı konuyu sıçramalı kurguyla anlatıyor.

Sıçramalı Kurgu;
Bir filmin gücü hikayeden çok hikayenin nasıl aktarıldığıyla alakalıdır. Her yiğidin yoğurdu farklı yemesi gibi her yönetmeninde farklı bir hikaye anlatma şekli vardır. Klişe diyebileceğimiz konvansiyonel bir hikaye iyi bir yönetmenin elinde farklı bir şeye dönüşebilir. Broken Circle Breakdown'u farklı kılan ise sıçramalı kurgusunun oldukça başarılı bir şekilde kullanılması. Film, başından sonuna kadar geçmiş-gelecek arasında sürekli bir gel-git halinde ve bu durum oldukça duygu yüklü bir hikaye için handikap olabilecek bir durum fakat film öyle iyi yerlerden makaslanmış ve geçişleri öyle iyi sağlanmış ki filmin ritmini yavaşlatmıyor, izleyicisinin kafasını karıştırmıyor, tam aksine filmi önüne katarak adeta koşturuyor. 

İki farklı karakter;
Didier inançsız bir karakter. Ölüm sonrası herhangi bir hayatın olduğuna inanmıyor. Yerleşik bir hayatı yoktur ve bir karavanda yaşıyor. Elise'in hayatına girmesiyle ve hamile kalmasıyla birlikte (zaten ilk başta bu durumu kabullenemiyor) hayatındaki bu değişimi kabul ederek evini onarıyor ve bu duruma dahil oluyor. Elise ise inançlı bir karakter. Filmin başlarında mutluluk sarhoşu çiftimizin arasındaki fark edemediğimiz bu inanç meselesi küçük kızları Maybelle'in ölümü ile ayyuka çıkıyor. Didier biri Elise'in yüzüne karşı, diğeri grubuyla birlikte sahne aldığı salonda olmak üzere iki kere kendini kaybediyor. 

Birlikte yaşam ve empati;
Maybelle'in ölümü aslında mikro bir alanda(aile) bile farklılıkların nasılda tahammül ve empati denen şeyi imkansız kıldığının resmini çiziyor. İkili arasında mutlu günlerde de bu farklılıklar gayet bariz bir şekilde duruyorken, olumsuz bir durumun başlarına gelmesiyle birlikte birlikte yaşam ve farklılıklara saygı durumu ortadan kalkıyor. Ne Didier, Elise'in acısıyla başa çıkma durumuna saygı gösterebiliyor,içselleştirebiliyor ne de Elise, Didier'in. Yaşadıkları acı ikilinin hayatını çekilmez bir hale getiriyor. Ancak Elise'in geçirdiği kaza sonucu Didier en çok sevdiği ikinci şeyi de kaybedince bu durumla yüzleşebiliyor. Elise'in kulağına "Maybelle'i görürsen eğer selam söyle" der.

Çok yönlü bir film;
Broken Circle Breakdown çok yönlü bir film; bir ilişkiyi tüm çıplaklığıyla açtığı için başarılı bir aşk filmi, birlikte yaşam ve farklılıklara saygı duyma durumunu farklı bir şekilde incelediği için bir "öteki" hikayesine de sahip ve son olarak müziği ve grubun şarkılarını filmin dramatik yapısına oldukça iyi yediren iyi bir kariyer ve başarı öyküsü. (Grup başlarda küçük yerlerde, parmakla sayılabilecek kadar az sayıda kişiye şarkı söylerken, film ilerledikçe daha büyük salonlarda şarkılarını söylüyor.) Bunların hepsini iyi oyunculuklar, başarılı sıçramalı kurgusu ve iç gıcıklayıcı müzikleriyle yapması da cabası...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas