Ana içeriğe atla

World War Z


Gerry iki kızı ve eşiyle mutlu bir hayat sürmektedir. Trafikte sıkıştıkları bir sabah yolunda gitmeyen şeyler olacaktır. Bir virüsün etkisiyle saldırganlaşan insanlar, ortalığı savaş alanına çevirirler. Enfeksiyonun bulaşması için ufak bir ısırık yeterlidir. Ailesini güvenli bir alana taşıyan Gerry, dünyayı kurtarmak için göreve koşmak zorundadır. Deneyimli BM görevlisi nihayet ailesine zaman ayırdığını düşündüğü bir dönemde kendisini aksiyonun merkezinde bulur.

Filmin yönetmenliğini farklı türlerde ürünler ortaya koyan “Marc Forster” yaparken, Gerry rolünde ise çocuklarının zombi sevgisinden ötürü rolü kabul ettiği “Brad Pitt” var.

Zombilerin babası diyebileceğimiz George A. Romero’nun çevre kirliliği, politik, kapitalizm ya da tüketim toplumu eleştirisi gibi alt metinlerle doldurduğu başyapıtlarını herkes bilir. Zombi filmlerine neredeyse sınıf atlatan ve entelektüel bir metin eklemleyen ustanın filmleri üzerinden düşününce oldukça vasat bir yapımla karşı karşıya kalıyoruz.

World War Z nedenini bile bilmediğimiz bir salgının hızla yayılmasıyla birlikte zombilere dönüşümü herhangi bir politik, psikanalitik gerekçeye yaslamayarak hikâyesini oluşturuyor. Tabi ki bir zombi filminin böyle bir alegorik zorunluluğu bulunmamakta. Sonuç olarak politik alegori ya da metaforik filmlerinin yanında bunu yapmayan zombi filmleri de bulunmakta. Peki “World War Z” büyük bütçesi, yıldız oyuncularıyla istismar zombi filmlerinin izinden mi gidiyor?

Kesinlikle Hayır!

“World War Z” neler yapıyor hep beraber bakalım.

İlk olarak “Brad Pitt” açıklaması üzerinden düşünür isek; yani “bu rolü çocukları için kabul ettim.”

Filmin senaryosu Pitt ailesi fetişisti adeta, iki çocuklu ve mutlu, daha sonra ailesini kaybetmiş bir çocuğu neredeyse evlatlık alıyor, birleşmiş milletlerde çalışıyor. Barışçıl operasyonlara! katılmış.

İkinci olarak film ne kadar politik bir alegori içermiyor gibi gözükse de gayet yanlı politik bir metin içeriyor. Başta da belirttiğim gibi her ne kadar salgının kaynağı sebepsiz gibi gözükse de Gerry’nin uğradığı ilk durak olası Amerika düşmanları Kuzey Kore ve Ortadoğu halkları oluyor.

Üçüncü ve son olarak ise film “Pitt” ailesini idealize ederek gayet muhafazakar şekilde bunu izleyicisine dayatıyor.

“World War Z” tabiri caizse gereksiz bir film. Ne günümüz politik atmosferini doğru okuyabiliyor. Ne okuduğunu doğru inşa edebiliyor. Ne de zombi janrına bir şeyler katabiliyor.

Son dönemde izlediğimiz Resident Evil gibi eğlendirmeyi başaramıyor, [REC] gibi korkutamıyor ya da 28 Weeks Later gibi politik olabiliyor. Pitt ailesini idealize eden film, en fazla çocuklarına karne hediyesi olabilir…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas