Ana içeriğe atla

Passion


2007 yılında çektiği Redacted ile günümüz kitle iletişim araçlarını kullanarak gerçek ile temsili arasındaki ilişkiye odaklanan usta yönetmen Brian De Palma yeni filmi Passion ile ilk dönem filmlerine yakın tarzda bir iş ortaya koyarken, son filmi Redacted’ta sinemasını etkileyen kodları (günümüz kitle iletişim araçları) Passion’a da taşıyor.

Isabelle küresel bir şirkette hırslı bir iş kadını olarak çalışmaktadır. Müdürü Christine’e karşı, zekâsından giyim kuşamına kadar her şeyine hayran olan Isabelle sıkı çalışmasının karşılığını da müdürünün gözüne girerek alır. İkili birlikte daha fazla zaman geçirdikçe aralarında iş arkadaşlığı sınırını aşan; rekabetli, gerilimli ve yer yer erotizm dolu bir yakınlaşma meydana gelir.

Kitsch bir film;
Küresel bir şirkette, rekabetin ayyuka çıktığı ve bu rekabetin yer yer saplantılara dönüştüğü, rüyaların gerçekle birbirine karıştığı, entrikaların kol gezdiği “Passion” De Palma’nın bilinçli bir tercihiyle ucuz bir estetik yol haritası çiziyor. Filmin kurgusundan, yer yer camp oyunculuklara, müziğine hatta dublajlanmış diyaloglarına kadar her şey B-Filmi estetik kurallarını barındırıyor.

Kapitalist Dünya;
Yönetmen filmini küresel kapitalizm’in başkentlerinden Berlin’e taşırken; küresel bir şirkette olan bitenlere odaklanıyor. Kapitalizmin aşırı rekabetçi ortamını cinsel kodlarla süslerken, bu süsü Body Double, Dressed to Kill, Blow-Out gibi ilk dönem filmlerini hatırlatan bir gerilimle harmanlıyor. Yer yer ekranı ikiye bölüyor. Yer yer plan sekans çekiyor. Sürekli detayları görmemizi sağlayıp, daha sonra aslında o öyle değildi deyip izleyicisiyle adeta dalga geçiyor. Belli bir süre sonra rüya sekansları ile gerçeklik birbiri içerisine o kadar çok geçmeye başlıyor ki Lynch sinemasını anımsatırcasına izleyicinin algısını allak bullak ediyor. Bu da ister istemez bizi yönetmenin son dönemde çektiği Redacted ile ilk dönem filmlerini bir arada okuma zorunluluğunu getiriyor. 

Redacted ve Passion;
De Palma hatırlayacağımız üzere Redacted ile günümüz kitle iletişim araçları üzerinden görüntü ve gerçek arasındaki ilişkiyi irdeliyordu. Passion ile bu durumu aslında bir adım öteye taşıyor. Isabelle ve Christine’in çalıştıkları küresel şirket günümüz kitle iletişim araçları üzerine çalışıyor. Zaten De Palma sürekli yaptığı güvenlik kamera kesmeleri, cep telefonu çekimleri, webcam görüşmeleri ile Redacted’in hayaletini Passion’a taşıyor. Yönetmenin ilk dönem filmlerinin kitsch estetiğini bu formülasyonla birleştirince ortaya gerçekliğin bir tanımının bile olamadığı, kimin ölü, kimin yaşadığı belli olmayan, rüya ve gerçeğin iç içe geçtiği, katil ve maktul’un sürekli yer değiştirdi bir evren portresi ortaya çıkıyor. Kısaca; kapitalizm’in herhangi bir etik kural tanımayan, canlı bir organizma gibi sürekli form değiştiren, kendini yaşatabilmek adına her şekle girebilen plazmik görüntüsünün bir portresini gün yüzüne çıkarıyor. 

De Palma’nın ilk dönem filmlerinde gördüğümüz gerçekle – rüyayı birbirine giydirdiği filmleri nihayetinde Redacted'da gerçek ve temsilinin iç içe geçmesiyle gerçeklik düzleminde(günümüz kitle iletişim araçları) bir karşılığını buluyordu. Yönetmen Passion'da ; ilk dönem filmlerindeki gerçek-rüya alanını Redacted’in gerçek ile temsili(günümüz kitle iletişim araçları) arasındaki alanla birleştirmiş oluyor ve kapitalizm’in aymaz ve çok şekilli yüzünü kendi zaman tünelinden geçirerek ilk dönem filmlerindeki o B-Filmi atmosferiyle ifşa ediyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas