Ana içeriğe atla

Holy Motors


                                            

Kutsal Motorlar(Holy Motors) auteur yönetmen Leos Carax'ın beşinci uzun metraj filmi. Bir hikayeden diğerine atlayan yönetmen izleyicinin algısını ve sınırlarını zorlarken bunun yanında müthiş bir görsel deneyime de davet ediyor.

Yönetmenin bizzat kendisinin rol aldığı prolog bölümüyle açılan film bunu takiben dokuz epizot-la devam ediyor. Film, uykusu bölünmüş Leos Carax'ın yataktan kalkarak bedeninden bir parçaya dönüşmüş anahtar ile ağaç gövdesi desenleriyle bezeli duvarından bir geçit arayarak diğer bir boyuta geçmesiyle açılıyor. Daha sonra Mösyö Oscar'ın limuziniyle ayarlanan randevuları izliyoruz.

Dokuz Epizot
İlk epizot benzerliği bakımından Cosmopolis'in bir parodisi niteliğinde; Bankacı Mösyö Oscar telefonda borsa üzerine bir diyalog yaşayıp güvenlik açığından bahsediyor. İkinci randevusunda göçmen bir dilenci kılığına bürünürken, üçüncü randevuda bilgisayar oyunları ve filmlerde sıkça kullanılan profilleme seansına katılıyor. Eva Mendes'in yer aldığı güzel-çirkin masalı görsel açıdan en çok tatmin edici sonucu verirken daha sonra baba-kız arasındaki ilişkiye odaklanan bir randevuyla maceramız devam ediyor. Altıncı randevumuz bir yeraltı kapışmasına göz atarken, yedinci bölüm ise ölüm döşeğinde geçiyor. Kylie Minogue'un yer aldığı bir melodram ve Mösyö Oscar'ın evine dönmesiyle birlikte filmimiz de sonlanmış oluyor. Epizotlar arasındaki tek bağ kurulabilecek ilişki Paris sokaklarında gezinen limuzin. Onun dışında bölümler arasında herhangi bir ilişki kurmak oldukça güç. Mösyö Oscar öldüğünde bile yeniden kalkarak bir sonraki randevusuna doğru yol almaya devam ediyor. Randevuların amacını hiçbir şekilde bilmiyoruz. Ve film bitiminde bir bütün olarak kafamızda bir hikaye ve sonucu da oluşmamış oluyor. İzleyicisini sürekli taciz eden, gerçeklik algısını yerle bir eden yönetmen adeta bizleri bir labirentin ortasında yapayalnız bırakıyor.

Tweet Film
Peki bu denli takibi imkansız kılan, seyri oldukça güç filmi salonda bırakıp gitmemizi imkansız kılan, filmi kötü bir seyirlikten neredeyse bir başyapıt mertebesine ulaştırmamızı sağlayan nedir? Sinemada bir çok auteur yönetmen klasik anlatıyı ters-yüz ederek farklı anlatım yöntemleri denemiştir muhakkak. Kutsal Motorlar'da bu auteur yönetmenlerin izinden gitmektedir. Fakat filmi günümüz kitle iletişim araçlarına (sosyal medya) iliştirip öyle okumakta pekala mümkün. Mösyö Oscar'ın limuzindeki ;

"Kameraları özledim. Eskiden bizden daha ağırdılar. Sonra kafamızdan bile daha küçük hale geldiler. Şimdiyse onları göremiyorsun bile. Bazen ben de tüm bu olanlara inanmakta güçlük çekiyorum. Bu nostalji biraz da duygusal değil mi? Haydutlar varlıklarına inanmak için güvenlik kameralarını görmek zorunda değiller." günümüz dünyasına dair diyebileceğimiz serzenişini hatırlayalım. Günümüz sosyal medya kanalları ile adeta küresel bir köye dönüşen dünya devasa bir sahneden farksızdır. Mösyö Oscar'ın limuzinle Paris sokaklarında gezerken ara sıra yaşadığı maceralarını ve bu devasa sahnede sergilediği performansları, sosyal medyadan paylaşım yapmaktan pek bir farkı yoktur. (Her bir episodun süresinin kısalığını da düşünürsek bir tweetten farksız olacağını düşünebiliriz.) Mösyö Oscar'ın performanslarının herhangi bir tweet  hesabından farkı yoktur. Nasıl ki sosyal medya üzerinden gündem her saniye, her dakika değişiyor ve bir ölüm haberi üzerine bir tweet atarken hemen arkasından çok güldüğünüz bir espriyi paylaşıyorsanız, Mösyö Oscar'da aslında bir tweeter sayfası yönetmekten farklı bir şey yapmıyor. İlk hikayesinde güldürüyor, ikinci hikayesinde düşündürüyor, üçüncü hikayesinde ölüyor, sonra tekrar diriliyor. Bizlerde zaten Mösyö Oscar gibi bazen enformasyon kirliliği yaşatan, bazen hayat kurtaran,saniyesinde güldürüp, saniyesinde ağlatan sosyal medya'da bu kaosun tam ortasında yaşamaya çalışmıyor muyuz? Ve bu kaosun ortasında yeri geldiğinde birçok farklı kimliği taşımıyor muyuz? İşvereninin kim olduğunu bile bilmediğimiz Mösyö Oscar gibi bizde işverenimiz olmadığı halde bu kanallarda mesai harcamıyor muyuz?

Kutsal Motorlar izleyiciyi diken üstünde tutan bir yapım, epizotlar arasında bütün oluşturacak bir bağ kurmak imkansız fakat günümüz dünyasında da işler tam da bu şekilde gitmiyor mu? Bu yüzden filmin yabancılaştırma geleneğinin yanında izleyicisini çokta yabancı olmadığı bir evrene davet ettiğindendir ki hikaye anlatıcılığı geleneğine ve sanat yoluyla duyguların boşalmasına da göz kırpmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas