Ana içeriğe atla

Celcius 232.8 Bölüm 4


Ucuz festival biletlerini alıp arka arkaya Bergman filmleri izlemek Hakan’ın üniversite yıllarında her ne kadar zorlayıcı bir tecrübede olsa en büyük keyfiydi.  Doğduğu kasabadan Bergman’ın adını duymasından sonra bir filmini sinemada izlemesi için gereken süre yaklaşık olarak on yıla tekabül etmişti. İlk Persona’yı izleyebilmişti beyaz perdede. O günkü heyecanını hatırlayınca hala içi ürperiyordu. Sinema’ya gitmek ile aşık olduğu kadınla görüşmeye gitmek arasında hiçbir fark yoktu Hakan için. İkisinin de öncesi büyük bir heyecan yüklüydü. Her güne oranla daha özenli bir kıyafet seçimi, boyalı papuçlar, güzel kokular. Ufak flörtleşmeler ve sonrasında gözlerin saatlerce O’ndan alınamaması, içten içe o dakikalar bitmesin diye zamana yapılan veryansın… Sonrası büyük bir boşluk ve ayaz… Her sinema çıkışı ayaz kaçınılmazdı.
Amiri ve telif şirketi çalışanları adına verilen hediyeyi açtıktan sonra Persona’yı sinemada ilk izleyişi aklına gelmişti Hakan’ın. Elindeki diskin bu ay içerisinde çıkacak olan filmin kurgu öncesi tüm kayıtlarını barındıran ve izleyicinin kendi kurgusunu yapmasına müsaade edecek olan yeni versiyon olduğunu görünce heyecanı iki kat artmıştı. Tekrar sinemada izlediği o eşsiz dakikaları hatırladı. Kuşkusuz bunun eşsiz bir hediye olduğunu biliyordu. Fakat kurgu öncesi tüm çekim görüntülerini izlemek ve sonrasında disk sahibinin kendi kurgusunu yaratması filmin mahremini zedeliyor gibi geliyordu. Bergman izlememiz gerekenleri zaten sunmuştur diye düşündü. Daha önceki versiyonları kırkıncı, ellinci, atmışıncı yıl ve special edition, limited edition versiyonlarının yanına bıraktı bu yeni versiyonunu. Hediyelerinin arasında isimsiz bir zarf dikkatini çekti. Sarı zarfı tam açacağı sırada mutfaktan Emel’in sesiyle irkildi;

Hayatım kahvaltı hazır!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas