Ana içeriğe atla

Chronicle




Found Footage kavramını hayatımıza dahil eden "Blair Cadısı" ' dan sonra yine ismini bu tarza yazabileceğimiz bir çok yapım izledik. Bazı büyük ustalarında denediği bu tarz; gerçekte olmuş bitmiş görüntülerin izlendiğini izleyicisine yansıtmaya çalışıyordu. Genç yönetmen Josh Trank'ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu Chronicle: yine bu tarzda çekilmiş bir süper kahraman-bilim kurgu ve gençlik filmi türleri arasında gezinen bir yapım. Üç liseli genç; sorunlu bir ailesi olan Andrew, kuzeni Matt ve Steve'in esrarengiz bir delikte kristal bulmaları ve çeşitli yetenekler kazanmalarıyla başlıyor.



Bir "sosyal medya" alegorisi olarak Chronicle ;


Çoğu süper kahraman filmlerinde bilinen bir klişedir çevre tarafından dışlanan, zayıf ve sorunlu karakter. Andrew'de popülaritesi düşük çevre tarafından tartaklanan bir karakter olarak sunuluyor, buna ailesel sorunları da eklenince Andrew eline kamerasını alıyor ve kendi alternatif evrenini inşa etmeye başlıyor. Kuzen ve arkadaşıyla birlikte buldukları esrarengiz delikle birlikte; kamera ellerinden düşmeden yeteneklerini sergilemeye başlıyorlar. Başlangıçta kızların eteklerini kaldırmak gibi basit ergen şakalarından oluşan "süper yetenek" sergilemeleri daha farklı kanallara kaymaya başlıyor. Herkesin özel yeteneğinin peşinden koştuğu, sıradan olmanın neredeyse hiç olmakla aynı anlama geldiği, rating'in herşey demek olduğu, (Herkesin o özel yeteneğini 15 dk gibi bi' sürede sergileyip ünlü olmak için elinde kamerayla bi'çok etik kuralı yerle bir ettiği) ve rating araçlarının çoğunun sosyal medya üzerinden geçerliliğinin olduğu günümüz dünyasını düşününce Andrew'in kamerayla kurduğu ilişki ve rating'in O'na getirdiği özgüven, aidiyet duygusu bu noktada günümüz ile bir paralellik oluşturuyor. Yönetmenin seçtiği biçim (Found Footage) ise filmin bir sosyal medya alegorisi olduğunu düşünürsek gayet yerinde bir anlatım yöntemi oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas