Ana içeriğe atla

Melancholia


Sansasyonel islerle karsimiza cikan, vizyona filmleri girdiginde surekli konusulan bir isim Lars Von Trier. Antichrist'tan yaklasik 2 yil sonra yonetmen yeni filmi Melancholia ile karsimiza cikiyor. Muthis bir gorsel atmosfer kurdugu Antichrist ile bunalim emareleri gosteren Trier, Melancholia ile yine iyi bir gorsel atmosfer yaratmis. Dunyanin sonunu getiren prologundan sonra iki parttan olusan film birinci bolumuyle Justine'in dugunune odaklaniyor. Surekli gelecek vurgusunun yapildigi bu ilk bolumde Justine'e nasihat edilen "mutluluk" vurgusu onun bunalimina da kaynaklik ediyor. Ikinci bolum ise yine gelecek vurgusunun yapildigi (bu sefer dunyanin kaderini de etkileyen bir gelecek vurgusu mevcut) Melancholia gezegeninin dunyayi tehdit etmesi Claire, kocasi ve cocugu icin de mutlu gelecekleri icin tehditvari bir tezahür olusturuyor. Justine'in bu noktada edindigi rol ise dugunden sonraki bunalim surecini kiz kardesi ve ailesinin yaninda gecirmesi oluyor. Fakat gezegenin yaklasmasi Justine icin bunalim surecinin bitmesi demekken, Claire icin ise bunalimin baslangici oluyor. Claire icin dunyanin sonunun gelmesi mutlu aile tablosunun, luks yasaminin sonu demekken (Claire'in bunaliminin baslangici) , zaten bu aile tablosuna girmeyi reddeden Justine icinse bunaliminin bittigi nokta oluyor. Filmin temel sorunu da bu bunalim kelimesinde gizli; Film ismini de aldigi Melankoli duygusunu filmin icerisinde bir turlu kendisini gosteremiyor. Sadece; dunyanin sonunu bilme ve isteme (dunyanin sonuna sahip olma) Justine icin, Luks yasami ve ailesini yitirmek istememe ise Claire icin "mulkiyet bunalimlari" olarak filmin geneline "Melankoli" duygusundan daha cok hakimiyet kuruyor. Melancholia bir parcasi kaybolmus puzzle gibi; iyi oyuncularinin ve Trier'in yardimiyla yapmasi oldukca rahat, muthis gorselligiyle seyr-i oldukca keyifli; fakat bir parcasi kayip, tek parca kayipta olsa resmi gorebiliyorsunuz fakat, ismine nazire yaparcasina "o tek"parcanin hayaliyle puzzle'in tamamina karsi bir melankoli duygusuyla doluyorsunuz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Chocolat

Erkan: Yemek filmlerini, seçtiğimiz film için uygun bulduğumuz konseptteki bir mekânda konuşmaya devam ediyoruz. Sıradaki filmimiz Lasse Hallström imzalı 2000 yapımı Chocolat… Chocolat filmi için Samet ile konuştuk. Kendinden biraz bahsedebilir misin? Samet: Bir senesi mutfak, iki buçuk yılı satış olmak üzere lüks bir çikolata kafe zincirinde toplam üç buçuk yıl kadar çalıştım. Geçtiğimiz mayıs ayında çikolata üzerine uzmanlaşmak için istifa ettim. Önümüzdeki dönemde çikolata eğitimleri alacağım. Şimdilerde sipariş üzerine çikolata yapıyorum ve çevremdeki küçük ölçekli kafelerin çikolata menülerine yiyecek - içecek konusunda danışmanlık veriyorum. Erkan:  Filme geçmeden önce biraz mekândan bahsetmekte fayda var sanırım. Maia Chocolates 2015 yılında kurulmuş, el yapımı çikolatalar üreten, Çengelköy ve Koşuyolu olmak üzere iki şubesi bulunan bir yer.  Filmdeki çikolatacıyla aynı ismi taşıyor. Çikolata konusunda bol çeşit sunuyorlar ve tasarım, sunum konusunda oldukça z...

Argo - Operasyon:Argo

                                                    Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Ben Affleck'in yönetmenliği oyunculuğundan daha iyi. Filmin ritmine başından sonuna kadar hâkim, ayrıca gerilim yaratma konusunda oldukça başarılı. Şah'ın devrildiği İran devriminin en hararetli günlerinde göstericiler Tahran'da ki Amerikan büyükelçiliğine girip 52 Amerikalıyı rehin alırlar. Kaçmayı başaran altı kişi Kanada elçiliğine sığınır. CIA ajanı Tony Mendez ise 6 kişiyi kurtarmak için film ekibi kumpası hazırlayarak İran'a giriş yapar. Film, her ne kadar ara sıra Amerika'ya da dokundursa da beklenildiği üzere Amerikan milliyetçiliği yapmaktan ve oryantalist bakış açısı sergilemekten kendisini alıkoyamıyor. Filmi izlemeye başlamadan önce bu beklediğim bir faktördü. Bu yüzden filmin bu kısımlarını görmezden gelip geçen yılın yabancı dilde Oscar ödülü kazan...

Sus-mak

Mimikler tükenmiş... Kelimeler, harflere ihtiyaç duyan kelimeler ... "ünlüler" düşürmüş yüzlerini, ünsüzlere ses vermek istemez artık, "ünsüzler" kimlik bunalımında... Eller dikmiş önce göz kapaklarından gözleri; sonra birbirine bağlamış gögüste kendini sımsıkı, bir daha açılmamak üzere... Herkes bana aynı şeyi soruyor bu sıralar, ağız birliği etmişçesine... - Neden konuşmuyorsun? Ben ise; su bile içmiyorum artık, kapatıyorum ağzımı. Kurumaktan dolayı yapışıyor, mühürlüyorum dudakları. Birbirinin üzerine uzanmış iki sevgili gibi... Ve içime doğru haykırıyorum... - Susmamak için...