Ana içeriğe atla

. . .

Eski günlerimi hatırlıyorum. Sobanın kenarına sıvışmış, ısınmaya çalışan, kafasındaki varoluşsal sorunlarına cevap bulmaya çalışan kendimi.Toplasan altı üstü ömrümden altı-yedi yıl yemişim. Babam bir tafaftan sobanın başında kestane pişirmiş bana doğru uzatırken, bir taraftanda hayat dersleri vermeye çalışıyordu. Sıcacık kestaneyi uzatırken benim sıcaktan yanacağından korktuğumdan dolayı elimi uzatma tereddütümü gülümseyerek seyreder; "Seçimlerin bittiği yerde kader başlar" derdi ve eklerdi. "Her zaman bir seçim yapmak zorunda olduğunu unutma ! Hayatını başkalarının kararlarına ve kadere teslim etme, kader seni yolun olmasın, verdiğin kararların kaderin olsun."

Babamın bu öğüdünü hayatımın belli bir döneminde, belli bir süre uyguladım. Yaptığım seçimlerimin bazen belli bir ranta hizmet ettiğini, bazen sadece çıkarıma yaradığını, ya da benim seçme hakkımdan faydalanarak özgürlüğü kendi kisvesi altına almaya çalışanlara yaradığını gördüm.Genellikle seçilmiş şeyler üzerinden seçim yapmak yeterince saçma geliyor bana. Yapılan seçimler illaki bir tarafa meyil etmek üzerine kuruluyor. O yüzden "fark etmez" tüm seçilmiş seçimlere karşı bir başkaldırı oluyor benim için. Fark etmez yeni birşeyler üretmek, üstümüzdeki uyuşukluğu atmak, başkaldırmak için, toprağa yeni tohumlar ekmek için bir selzeniş oluyor. Olanı yıkmak, yeni şeyler üstüne düşünmek, yeni şeyleri başlatmak, seçimlerimizi gerçekten yaşamak için bir başkaldırı oluyor.

"Fark etmez" anarşizm oluyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas