Ana içeriğe atla

Indiana Jones - Kingdom of the Crystal Skull

Indiana Jones'un on dokuz yıl sonra yeniden dönüşünde ilk göze çarpan tabiki Harrison Ford'un yaşlılığı, diğer yönlerini düşünürsek ise indiana Jones cephesinde yeni birşeyler yok bildiğiniz gibi doyana kadar eğlence, doyana kadar aksiyon, doyana kadar adventure. Steven Spielberg ise yine bildik Spielberg. Baba- Oğul ilişkisi,aile teması ve kuşak çatışması yine filminin merkezinde var.Filmin konusu ise bu sefer 1957 yılında geçmekte, bir gurup Sovyet KGB ajanı bir Amerikan üssüne, Indiana Jones'u da kaçırıp gizlice girerler.Çünkü istedikleri bilgi Indiana Jones'ta mevcuttur. Bu kısmıyla klasik İndiana Jones çizgisinde ilerleyen filmin temasını soğuk savaş yılları oluşturuyor. Sovyetler, Amerikalıları korkutacak bir silahın izini sürerler.Film Yeni nesile hitap içinse popüler kültürden X-Files mitlerine dayandırıyor sırtını. Paralel evrenler, uzaylılar, başka evrenler diziyi günümüz kuşağına sevdirmek için yapılmış hamleler olarak göze çarpıyor.(Aslında Sovyetlerin Nevada çölünde Area 51 hangarına girmeleride sandıktan ne çıkacağının kanıtı birazcıkta.) Artık bu noktadan sonra filmden zevk almanız mantığınızı ne kadar kapı önünde bıraktığınıza bağlı.Çünkü genelde B-filmlerinde rastladığımız aşırılık ve bazı ucuzlukları göz ardı etmeyi başaran herkesin rahatlıkla eğlenebileceği bir film diyebiliriz. Bu numaralardan zaten zevk alıyorsanız ise sorun yok demektir...Filmdeki tek eksiyi ise ekrana patlayan mavi ışıklar olarak söyleyebilirim rahatlıkla, bu kadar büyük bütçeli bir filmde, bu boyutta rahatsız edici olması düşündürücü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas