Şehirde yaşayan ve kendi deyimiyle doğduğu kasabadan nefret eden birisi "YUSUF". Annesinin ölümüyle doğduğu kasabaya dönen Yusuf'un kendi iç çatışmalarını izliyoruz, klasik anlatımdan sıyrılmış, minimalist bir tarzda çekilmiş bir film "Yumurta" ve akla hemen Mayıs Sıkıntısı, Uzak gibi filmleriyle NBC'yi getiriyor biraz ve evrensel olarakta tabi ki Andrei Tarkovsky'i. Öncelikle o kadar güzel bir sahneyle açılıyor ki film, iki planda "yaşam ve ölümü" çok güzel özetliyor. Yusuf her seferinde kasabadan gitmek istemekte fakat her seferinde bir engel çıkmaktadır. Nefret ettiği kasabasından kah babasıyla açtığı kurumuş eski bir kuyuya düşerek, kah işlerinin gecikmesiyle, kah Zebani gibi bir köpeğin esiri olarak çıkamıyor, kasabası cehennemi oluyor. Cehennemi yüzleşmeden bırakmıyor Yusuf'u. Minimalist anlatımı, fotografik kareleri ile mükemmel bir film "YUMURTA". Geleneksel anlatının dışında, bizimde bir sinemamız var ve bu sinemamız gayet güzel ödüller alıyor, izlesekte, izlemesekte alıyor...
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar