Brandon Cronenberg’in Infinity Pool filmi, ilk bakışta zenginlerin yozlaşmış tatillerini anlatan The White Lotus gibi bir sosyal hiciv görünse de, daha derine indiğinizde çok daha karanlık, psikolojik bir ameliyatla karşılaşıyorsunuz. Film, sınıfsal bir varoluş krizini kanlı bir “yeniden doğum” süreciyle ele alıyor.
Filmin Konusu: Arafta Bir Tatil
Başarısız yazar James ve zengin partneri Em, izole bir ada ülkesi olan Li Tolqa’daki lüks bir tatil köyüne gelirler. Burada Gabi ve Alban çiftiyle tanışırlar ve tehlikeli olduğu halde tesis dışına çıkarlar. James, alkollü araç kullanırken yerel halktan birine çarparak ölümüne neden olur. Adanın yasası acımasızdır: “Göze göz.” Ölen kişinin ailesi tarafından James infaz edilecektir ya da yüklü bir para karşılığı bir kopyasını (klon) yaptırıp kendi infazını izleyecektir.
James klonlanmayı seçer ve kendi ölümünü izler. Bu olay, onu Gabi ve Alban’ın liderliğindeki, her yıl adaya gelip benzer suçları işleyerek kendi klonlarının infazını izlemekten sapkın bir zevk alan, dokunulmaz zenginlerin dünyasına çeker.
Başarısız Simgesel ve İmgesel Sığınak
Hikâye, babası zengin bir yayıncı olan Em ile, ilk kitabı başarısız olmuş James’in ilişkisi üzerinden başlar. James, Em’in zenginliği sayesinde kitap yayınlatma fırsatı yakalar; ancak bu ayrıcalık beraberinde pasif bir ezilmişlik getirir. Başlangıçtaki James, Em’in himayesinde edilgen bir figür olarak konumlanır. Onun kimliği, başarı arzusu ve bireyselliği, Em’in korumacı ve steril dünyasında baskılanmıştır.
James ve Em’in tatil için geldikleri ada, makro düzeyde bir sınıfsal laboratuvar gibidir. Ada, yoksul bir dış dünya ile steril, demir parmaklıklarla çevrili bir lüks otel arasında keskin bir karşıtlık sunar. Bu makro sınıfsal ayrım, mikro düzeyde James ve Em’in ilişkisinde de yankılanır:
James, Simgesel düzende —yani dilin, toplumsal kuralların ve “Babanın Adı”nın hüküm sürdüğü düzende— her özne gibi eksiktir. Fakat bu eksiklikle baş edemediği için İmgesel düzene, yani Em’le kurduğu annesel nitelikteki yanılsamalı bütünlüğe sığınır. James’in “başarılı yazar” olma arzusu, kayınpederinde bedenleşen ama aslında toplumsal yasanın ve otoritenin simgesel temsilcisi olan Nom-du-Père (Babanın Adı) tarafından onaylanmaya çalışılır; fakat bu onay hiçbir zaman gerçekleşmez. James’in Simgesel düzende bir “adı” yoktur; kimliği yalnızca Em’in koruyucu gölgesinde var olur.
Alban ve Gabi’nin Girişi: Kimliğin Çözülmesi
Adada tanıştıkları Alban ve Gabi çifti, James’in dünyasını kökten değiştirecek bir katalizör işlevi görür. Gabi’nin James’e ilk yaklaşımı, onun kitabını okuduğunu ve hayranı olduğunu söylemesiyle başlar; bu, James’in egosunu okşarken aynı zamanda Em’den kopmasını sağlayacak ilk kıvılcımı oluşturur. Sahilde yapılan piknik sahnesinde Gabi’nin James’e yaptığı fiziksel temas, onu Em’den ve güvenli, steril dünyasından koparır; onu tatminsizlik, yozlaşma ve hazla karışık bir yeni evrene çağırır. Burada fiziksel haz, güç ve ahlaki çürüme iç içe geçer; James’in arayışı artık sadece bireysel değil, ontolojiktir.
Ölüm, Klon ve Yeniden Doğum Ritüeli
James’in dönüş yolunda yerel halktan birinin ölümüne yol açması ve adanın kanunları gereği ölüm cezasıyla karşı karşıya kalması, hikâyede dönüm noktasıdır. Ada yetkilileri James’e klon yaratılarak öldürülmesi karşılığında serbest kalma seçeneği sunar. James, klonunun infazını izlemek zorundadır. Yerel halktan ölen adamın ailesi, James’in kopyasını defalarca bıçaklar. James, dehşet içinde “kendi” ölümünü izler.
Bu an, James’in Em’e bağımlı halinin ve İmgesel bütünlük illüzyonunun yıkıldığı andır. O sahnede, ilk kez kendi varlığının dışarıdan nasıl göründüğünü fark eder. Bu travmatik farkındalıkla, “ben” dediği şeyin parçalı bir kurgu olduğunu sezer; İmgesel düzenin aynasından kopar. Eski düzen çöker, özdeşlik dağılır.
Sapkın Öteki ve Jouissance
Em yaşanan dehşet olaylardan sonra adayı terk eder. James gitmek ister ama pasaportuna el konduğu için gidemez. Bu noktada Gabi ve Alban’ın liderliğindeki zengin grup onu aralarına alır. Bu grup, kendi sapkın kuralları olan (maskelerle ev basmak, sınırsızca suç işlemek) kapalı bir tarikata benzer. Onlar, üst bir otoritenin olmadığını, daha doğrusu parayla satın alınabileceğini keşfetmişlerdir.
Artık “yeni bir özne” olarak James, kendini var edebileceği yeni bir “kurallar bütününe” girer. Ve her düzenin bir “Yasası” vardır. Bu filmde bu yasa, “Zengin Grup”tur.
Bu grup, Lacan’ın anlamında jouissance (aşırı haz) deneyimler. Jouissance, yasa tarafından yasaklanmış olana duyulan hazdır; yasa onu bastırdıkça, bu haz büyür. Li Tolqa’da yasa ortadan kalkmaz — yalnızca bozulur, parayla satın alınabilir hale gelir. Böylece yasa ve suç arasındaki sınır silikleşir. Zengin grup, yasanın sınırına dokunarak onu bir keyif nesnesine dönüştürür. Tam da bu noktada jouissance ortaya çıkar: ihlalin kendisinden alınan sarsıcı haz olarak.
Kanlı Vaftiz: “Sapkın Öteki” ve Yeniden Doğuş
James, Gabi ve arkadaşlarının çarpık Simgesel düzenine dahil olmaya çalışır. Başta zengin grubun bir parçasıymış gibi davranılan James, Em’in adadan ayrılmasıyla oyuncakları olmaya başlar. Başarısız kaçma girişimlerinden sonra grubun James’e olan güveni sarsılınca onu son bir teste tabi tutarlar: James’in daha ilkel, “köpek” gibi davranan bir klonunu yaratır ve ona saldırtırlar. James, uzun bir boğuşma sonunda bu klonunu —yani eski, zayıf benliğini— öldürür.
Bu sahne, Simgesel kimliğin değil, İmgesel özdeşliğin ölümüdür. James, kendi aynadaki “tam” ben imgesini yok eder. Bu, eski benliğin fiziksel olarak değil, özdeşlik düzeyinde öldürülmesidir.
“Zafer”in hemen ardından Gabi (Mia Goth), kanlı memesini James’in ağzına vererek onu “emzirir.” Bu, James’in yeni dünyasında kanlı “yeniden doğumu”dur. Eski, zayıf benliğini öldürmüş, “yeni” bir özne olarak vaftiz edilmiştir. Gabi burada Sapkın Öteki figürüne dönüşür: Yasanın yerini alır, arzunun yönünü belirler ve onu o dünyanın gıdasıyla —şiddet ve kanla— besler. James böylece o sapkın düzenin içine geri dönülmez biçimde doğar.
Final: Ulaşılamayan İki Arzu ve Araf
Tatil sezonu biter. Tüm grup havaalanına giden otobüste, sanki o korkunç olaylar hiç yaşanmamış gibi gündelik konulardan (iş, rezervasyonlar) bahseder. Havaalanında herkes uçağa biner. James daha önce Em’i arayıp döneceğini söylemiştir ama son anda uçağa binmekten vazgeçer. Filmin son sahnesinde onu, muson yağmurları altında bomboş otelin şezlonglarında tek başına otururken görürüz.
Zengin grup için yaşanan her şey bir “yaz eğlencesi”, bir parantezdi. Onlar kendi “normal” dünyalarına, yani işleyen Simgesel düzene dönerler.
Ama James dönemez. Em ile olan eski, korunaklı dünyasına —“annesel” sığınağa— geri dönmesi artık imkânsızdır. O dünyadan beklentisi “başarılı bir yazar” olmaktı. James bu başarıyı asla elde edemedi. O dünyada bir bebek gibi Em’e bağımlıydı; “özne” olmaya ise bu adada, sapkın dünyanın kanlı rahminde başladı. Fakat “sapkın grup” için bu bir eğlenceden öteye gitmedi. James ne o eski Simgesel düzene ne de yeni sapkın düzene ait olabildi.
Sonuçta James, iki Simgesel düzenin arasında, tam bir arafta kalır. İmgesel bütünlüğünü yitirmiş, Simgesel kimliği çökmüş ve dilin artık anlam veremediği yere, Gerçek’in boşluğuna düşmüştür. Muson yağmurları altında yalnız otururken, James artık arzusuna asla ulaşamayacak saf bir manque —yani eksiklik— olarak kalır.
📽️ Nerede İzledim: Apple TV⭐ Sinetown Notu: 7,0/10




Yorumlar