Hiver à Sokcho: Mürekkep, Kan ve Sınırda Donan Kimlikler

Filmin Konusu: Hiver à Sokcho, sadece mevsimsel bir soğukluk değil; kimliklerin donduğu bir araftır. Mekânımız Güney Kore’nin en kuzey ucu; kışın turistlerin elini ayağını çektiği, rüzgârın kemiklere işlediği sınır şehri Sokcho. Başrolümüzde Soo-ha var; yarı Koreli yarı Fransız ama hayatı sadece balık kokusu ve rutinlerden ibaret olan genç bir kadın. Köhne bir pansiyonda çalışıyor, sevgilisiyle (biraz zoraki) bir evliliğe hazırlanıyor. Her şey sıradan ve gri giderken, pansiyona orta yaşlı, gizemli bir Fransız çizgi roman sanatçısı Yan Kerrand geliyor. Adamın gelişi Soo-ha’nın bastırdığı kimlik krizini, aidiyetsizliğini ve babasına dair hissettiği boşluğu derinleştiren sessiz bir fırtınaya dönüşüyor.

İlk Bakış: Düzenin İçindeki Kaos Hiver à Sokcho, ilk bakışta tanıdık bir hikâye gibi başlar. Babası, vaktiyle yolu buralara düşmüş bir Fransız; annesiyle kısa bir ilişki yaşamış ve ardında iki kültürün tam arasında sıkışmış bir çocuk bırakmıştır. Soo-ha'nın hayatı dışarıdan bakıldığında yolundadır; bir sevgilisi ve ufukta görünen evlilik planları vardır. Ancak bu "düzen", aslında onun için boğucu bir rutinden ibarettir. Sevgilisinin Seul hayalleri, estetik takıntıları ve "normalleşme" baskısı arasında, o zaten çoktan kendi boşluğuna düşmüştür. Çizer Yan Kerrand, bu boşluğun üzerine düşen bir ışık gibi çalışır. Kızın bütün arayışı, babasının kimliği, aşk ya da romantik bir boşluk değildir; çok daha çıplak ve sert bir soru vardır: "Ben kimim?"

Bu kimliğin konusu yalnızca duygusal değildir; coğrafi ve politik bir rastlantıya dayanır. Sokcho, Güney Kore’nin en kuzey ucunda, DMZ’ye (Askerden Arındırılmış Bölge) komşu bir şehirdir. 

Kimlik tanımının en absürt hâle geldiği yer tam da bu sınırdır: Sokcho’da güneyde kalsanız bambaşka bir hayat yaşarsınız, kuzeyde kalsanız bambaşka. Aradaki fark köklerden, tercihlerden ya da kültürel bir özden değil; yalnızca çizginin hangi tarafına denk geldiğinizden ibarettir. Film de tam bu yüzden kızın kimlik arayışını kusursuz biçimde yansıtır: Kendisini belirlediğini sandığı şeylerin (Annesi, Babası, Ülkesi)  aslında rastgele dağıtılmış bir kader oluşu.

Savaş sonrası iki kuzen düşünün; tesadüfen biri sınırın kuzeyinde, diğeri güneyinde kalmış. Bu noktada "Nerelisin?" sorusu artık coğrafi bir merakı değil, devletlerin çizdiği politik bir kaderi imler. Film tam da bu yüzden kızın durumunu kusursuz şekilde yansıtır: Politik kategoriler ile yaşanan gerçek hayat arasındaki o devasa, anlamsız boşluk. Onun kimliği de tıpkı bu sınır gibi; politik, coğrafi ve tamamen rastlantısal bir çizginin ürünüdür.

Oyuncu Tercihindeki Gizli Ayna: Roschdy Zem Tam bu noktada, yönetmenin (ve kast seçiminin) dehası devreye girer. Yan Kerrand karakterine hayat veren Roschdy Zem, Fas asıllı bir Fransız’dır. Bu seçim, hikayeyi klasik bir "Batılı adam Doğu’yu izler" oryantalizminden çekip alır. Soo-ha, Sokcho’da ne kadar "melez" ve araftaysa; çizer de kendi Fransız kimliği içinde, belki de yüzündeki o çizgilerde benzer bir köksüzlüğü taşımaktadır. Adam kızı çizerken aslında Doğu'yu ya da egzotik bir objeyi değil, bir nevi kendi köksüzlüğünü çizer. Soo-ha'nın yaşadığı o "ne oraya ne buraya ait olma" sancısının sessiz bir yansımasıdır Yan. Belki de bu yüzden birbirlerine çekilirler; bir aşk yüzünden değil, birbirlerinde gördükleri o "yerleşememişlik" hissi yüzünden. İkisi de sınırda yaşayan ruhlardır.

Mürekkep ve Kan: Steril Olana Sığınmak Filmde yemek yalnızca bir kültürel detay değil; kızın kimliğine dokunabildiği tek, ama çizerin kaçtığı alandır. Burada muazzam bir zıtlık devreye girer: Çizer, kağıt üzerinde kurgusal bir dünya yaratmak ve hayatı stilize etmek için temiz, kontrollü bir mürekkep kullanırken; Soo-ha mutfakta kalamarları temizlerken ellerine bulaşan mürekkep ve kan, hayatın en çiğ, en vahşi ve en gerçek halidir. Çizerin otelin o canlı, kokulu, fermente yemekleri (gerçek hayat) yerine market raflarındaki steril, paketli gıdalara (güvenli fanus) sığınması da bundandır. O, hayata dokunmak, "bulaşmak" istemez; onu sadece uzaktan, güvenli mesafeden çizmek ister. Soo-ha ise balığı ayıklar, yengecin kabuğunu kırar. Bu eylemlerin hepsi içe bakmak, ne olduğunu anlamak üzerine kurulu sessiz bir otopsidir. Ama ironik olan şudur: Soo-ha ölü hayvanların içini açabilir ama kendi içine bakamaz.

Final: Rastlantıyı Kabullenmek Soo-ha'nın Fransız çizere yönelişi bir tutku ya da romantik bir açlık değildir. Daha çok kimlik arayışının agresifleşmesi, karşısındaki adamda olmayan bir cevabı zorlama hâlidir. Çizerin kıza söylediği -veya çizdiği- hiçbir şey onu tatmin etmez. Çünkü adamın kağıt üzerindeki çizgileri, kızı sadece "gizemli bir figür" olarak görür; onun gerçek sıkışmışlığını değil.

Filmin sonunda kız hem annesiyle, hem sevgilisiyle, hem de çizerle yüzleşir. Ama bu yüzleşmelerin amacı hesap sormak değil; kimliği bir projeymiş gibi kurmaya çalışmanın anlamsızlığını fark etmektir. Hiver à Sokcho bize şunu söyler: Kimlik, büyük bir ciddiyetle savunduğumuz, aradığımız bir şeymiş gibi görünse de çoğu zaman rastlantıların, coğrafi sınırların ve tarihin bize bıraktığı bir mirastır. Ve bu mirası anlamak için bazen tek yapman gereken şey; başkalarının seni nasıl çizdiğine bakmayı bırakıp, kendi içine, o en çiğ ve karanlık tarafa bakabildiğin günün gelmesini beklemektir.

Yorumlar