Filmin Konusu:
Sıradan bir tamirci olan Vahid, dükkânına gelen bir müşterinin adım atışındaki ritmi duyduğunda, yıllar önce İran hapishanesinde geçirdiği karanlık günlerin hayaletiyle yüzleşir. Gelen adamın (Eghbal), o dönem kendilerine sistematik işkenceler yapan sadist bir gardiyan olduğundan şüphelenir. Ancak ortada büyük bir sorun vardır: Hücrelerde gözleri her zaman bağlı olduğu için failin yüzünü hiç görmemiştir; elindeki tek kanıt, zihnine kazınmış o karakteristik protez bacak sesidir.
1. Duyuların Parçalanışı ve Travmatik Ontoloji
Filmdeki temel gerilim, karakterlerin faili (Eghbal) bir "görüntü" olarak değil, parçalanmış duyusal veriler aracılığıyla teşhis etme çabası üzerine kuruludur. Sorgulama süreçlerinde görme duyusunun sistemli bir şekilde devre dışı bırakılması, hafızanın diğer duyulara hapsolmasıyla sonuçlanmıştır. Vahid için bu süreç bir protez bacağın ritmik sesiyle (işitme) başlarken, Hamid travmayı derisindeki fiziksel hafızada (dokunma) taşır.
Shiva’nın fotoğrafçı kimliği ise görme duyusunun iktidar tarafından körleştirilmesiyle kurulan diyalektiğin merkezindedir. Shiva’nın faili teşhis ederken vizöre değil koku duyusuna sığınması, izleme ve gözetleme odaklı "optik rejimin" totaliter şiddet karşısındaki çaresizliğini simgeler. Koku, iktidarın kamerasının kayıt altına alamadığı bir direnç alanı olmuştur.
2. Minibüs: Rejim Aynalaması ve Sistematik Şiddetin Sınırı
Panahi, minibüsü mağdurlar için bir "yansıtma alanı" olarak kurgular. Karakterler, cellatlarını uyuşturup duyularını kapatarak aslında sistemin kendilerine uyguladığı şiddet protokollerini (alıkoyma, uyuşturma, duyuları kapatma) bire bir aynalarlar. Ancak bu süreçte karakterler, rejimin o soğuk ve mekanik vicdansızlığını kopyalamayı beceremezler. Bu başarısızlık, soyut bir "insanlık" erdeminden ziyade, mağdurun bedeninin iktidarın mutlak yıkım protokollerine henüz tam olarak entegre edilemediğini gösterir. Mağdur, o aynada bir "cellat" görmeye çalıştıkça, sistemin henüz uysallaştıramadığı duygu hattına çarpar.
3. Failin Duyusal Rejimi: Dilin İçine Yerleşmiş İktidar
Travma sadece kurbanın hafızasına değil, failin reflekslerine de sızmıştır. Eghbal’ın kriz anlarında sarıldığı "şehit olurum", "görevim", "devlet için" gibi söylemler, bir inanç beyanı olmaktan çok bedene kazınmış otomatik bir savunma mekanizmasıdır. Dil, failin hafızasıdır; iktidar, onun ağzından bir refleks olarak sızar. Fail, ideolojinin kurbanı değil, onun bedenlenmiş dolaşım noktasıdır.
4. İktidarın Ontolojik Sınırı: İnsani Anlardaki İşlevsizlik
Filmin en vurucu paradoksu, mağdurların cellatlarının hamile eşini doğuma götürmesiyle kurulur. Panahi burada iktidarın kritik bir "tıkanma noktasını" işaret eder: İktidar, yaşamı sadece yönetmek ve disiplin altına almak için tasarlanmıştır; onu gerçekten "yaşatmak" için değil. Dosyaların ve ideolojik söylemlerin bittiği o en çıplak insani anlarda, rejimin devasa aygıtı tamamen işlevsizleşir.
Panahi, iktidarı doğrudan yıkmaz; onu en çok çalışması gereken yerde —insani ilişkide— işlevsiz bırakarak ifşa eder. Rejim emreder, disipline eder, kontrol eder; ama doğumda, bakımda ve bedensel yakınlıkta yalnızca susabilir.
5. Foucault O Minibüste Olsaydı?
Filmin finalindeki salıverme eylemi, Panahi tarafından bilinçli bir belirsizlik içinde bırakılır. Foucaultcu bir perspektifle bakıldığında karakterlerin merhameti, aslında sistemin mağdurun ruhuna kurduğu o aşılması imkansız barikatın —yani "uysallaştırılmış bedenin"— bir tezahürüdür. Mağdurlar celladı gerçekten bağışladıkları için mi bırakırlar, yoksa sistemin onlara öğrettiği korku ve uysallık eyleme geçmelerini engellediği için mi? Foucault o minibüste olsaydı, orada özgür bir iradeden ziyade, öznenin kendi kendisinin gardiyanı haline geldiği bir "Panoptikon" başarısı görürdü.
6. İktidar Nerede? Atmosferin Hakimiyeti
İktidar artık belirli bir mekan ya da merkez değildir; o artık bir atmosferdir. Vahid’in protez bacak sesine verdiği istemsiz fiziksel tepki, iktidarın bireyin biyolojisine attığı bir imzadır. Mağdurlar, başlarında somut bir gardiyanın bulunmasına gerek kalmadan, kendi içlerindeki o görünmez gözetleme kulesine itaat ederek eylemlerini sınırlandırırlar.
7. Belirsiz Final: Duyuların Faşizmi ve Döngüsel Travma
Vahid’in evindeki düğün telaşının ortasında duyulan o karakteristik protez bacak sesi, tüm anlatıyı dairesel bir kapana hapseder. Bu muğlaklık, iktidarın duyulara yerleştirdiği "mikro-faşizmin" asla nihayete ermeyeceğini kanıtlar. Eghbal’ın niyeti ne olursa olsun, o sesin Vahid üzerindeki etkisi aynıdır: Korku ve teslimiyetin yeniden tetiklenmesi.
"Vahid’in protez bacak sesine verdiği tepki aslında bir gerçeği fısıldar: İktidar artık ne saraydadır ne sokakta; ne faildir ne kurban. O, Vahid’in titreyen dizinde ve Eghbal’ın mekanikleşmiş dilinde yaşamaya devam eder. Rejim, tam da bu bedenlerin ve dillerin birbirine değdiği o kararsız aralıkta çalışır. Bu yüzden onu devirmek zor, ondan kaçmak ise neredeyse imkânsızdır."
📽️ Nerede İzledim: FilmEkimi 2025⭐ Sinetown Notu: 8 / 10




Yorumlar