Saykoterapi: Bir Seri Katil Fikri Filmi Kurtarmaya Yeter mi?

Tolga Karaçelik, Sarmaşık ve Kelebekler ile çıtayı arşa çıkaran bir yönetmen. Hal böyle olunca, Steve Buscemi'yi başrole koyduğu ilk İngilizce filmi olan Saykoterapi: Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikayesi'nden beklentimiz de ister istemez çok yüksekti. Filmi izledim ve maalesef (ya da ne yazık ki), bu parlak fikir yığını, beklediğimiz o keskin lezzeti verememiş.

Konsept: Bir Deha Fikri, Üç Farklı Film

Filmin başlangıç fikri tek kelimeyle dahi: Boşanma sürecinde, kariyeri çıkmazda olan bir yazar (Keane) ile emekli bir seri katil (Kollmick) arasında kurulan beklenmedik dostluk. Seri katil, gündüzleri yazarın evlilik danışmanı olurken, geceleri yeni romanı için cinayet yöntemleri konusunda ilham perisi oluyor. Bu konseptin üzerine bir de Lama ve Arnavut gibi tuhaf yan karakterler eklenince, elimizde üç farklı potansiyel film çıkıyor:

  1. Kara Komedi: Yazarın yaratıcılık çıkmazı ve seri katilin verdiği karanlık ilham.

  2. Absürt Komedi: Seri katilin evlilik danışmanı olması ve bu durumun yol açtığı mizah.

  3. Minimalist Drama: Lama gibi tuhaflıklarla örülmüş, havada kalan o Amerikanlaşamayan Amerikan filmi atmosferi.

Ancak sorun tam da burada başlıyor: Karaçelik, maalesef bu üç fikri birleştirmeye çalışmış ve sonuç "Ortaya Karışık" bir tat bırakmış. Film, hiçbir fikri sonuna kadar derinleştiremeyip, genel atmosferi biraz havada kalmış.

Buscemi Var, Ama Yazar Yok

Eğer bu film ayakta duruyorsa, tek sebebi Steve Buscemi. Kollmick karakterine hayat veren Buscemi, her zamanki gibi döktürüyor; o hem ürkütücü hem de komik dengeyi mükemmel kuruyor. Ona eşlik eden, yazarın bıkkın karısı Suzie (Britt Lower) de gayet yerinde ve başarılı bir performans sergiliyor.

Fakat filmin ağırlığını taşıması gereken yazar Keane karakteri (John Magaro) bende hayal kırıklığı yarattı. Yönetmenin onu kasıtlı olarak "ezik, sünepe ve sığ" bir karakter olarak yazmasına rağmen, performansın o tutkuyu ve enerjiyi yansıtamaması, seyirci olarak filmden kopmama neden oldu. O güçlü konseptin karşısında, daha tutkulu bir oyuncu performansı beklerdim.

Kaçırılan Fırsatlar

Filmin bazı anları, o müthiş potansiyeli gösteriyor ama sonra hızla geri çekiliyor. Örneğin, Barda geçen Arnavut sahnesi. Bu sahne, adeta "Beni Quentin Tarantino ya da Guy Ritchie çekmeliydi!" diye bağırıyor. Eğer o anlarda yönetmen biraz daha vites yükseltse, daha keskin diyaloglara, daha patlayıcı bir kurguya imza atsaydı, filmin enerjisi bambaşka bir seviyeye çıkabilirdi.

Son Söz: Denemeye Değer Bir Hayal Kırıklığı

Sonuç olarak Saykoterapi, kötü bir film değil. Aksine, cesur ve farklı bir şeyler deniyor. Ancak yönetmenin önceki işlerinin kalibresini bilen biri olarak, bu kadar güçlü bir konseptin potansiyelini tam olarak kullanamamış olması büyük bir hayal kırıklığı. Film, sanki bir tiyatro oyunuymuş gibi minimalist ve sakin kalmayı tercih etmiş ama bu tercih, konusunun maksimum eğlenceyi hak ettiği sahnelerde filmin temposunu düşürmüş.

Yorumlar