Ana içeriğe atla

Frankenstein - 2025


Frankenstein (2025): Tanrı'nın Ölümü ve Yaratı'nın Varoluşsal Yalnızlığı


Filmin Konusu

Guillermo Del Toro'nun 2025 yapımı Frankenstein'ında, zeki ama narsist ve ahlaki olarak yozlaşmış bilim insanı Dr. Victor Frankenstein (Oscar Isaac), ölümsüzlük arayışındaki bir sermayedarın (Harlander) desteğiyle "Yaratık"ı (Jacob Elordi) hayata döndürür.

Ancak Victor'un "mükemmel yaratıcı" olma kibri ve mutlak kontrol arzusu, bilinçlenen Yaratık'ın reddedilişi ve Elizabeth'in (Mia Goth) vicdani müdahalesiyle sarsılır. Yaratıcı'nın zulmü, Yaratı'nın isyanını ateşler ve bu durum, her ikisini de tüketen trajik bir intikam ve anlam arayışı yolculuğuna sürükler. 

Guillermo del Toro’nun Frankenstein yorumu, Mary Shelley’nin 1818 tarihli gotik metnini basit bir modernizasyonun ötesine taşıyarak, onu postmodern bir dekonstrüksiyona (yapıbozuma) uğratır. Bu film, orijinal metnin teolojik (Tanrı'ya karşı işlenen suç) ve Romantik (bilimin kibri) kaygılarını, 21. yüzyılın temel felsefi krizleriyle yeniden kodlar. Del Toro'nun vizyonunda Frankenstein, kapitalist üretim, Lacancı psikanaliz ve Nietzscheci bir "Tanrı'nın ölümü" teması etrafında dönen felsefi bir sorgulamadır.

I. Fallik Kule: Narsisizmin Mimarisi

Del Toro, "yaratım" eylemini Lacancı teorinin kalbine yerleştirir. Victor Frankenstein (Oscar Isaac), eserini göğe yükselen devasa bir "kulede" yaratır. Bu kule, sadece gotik bir dekor değil, Victor’un narsistik iktidar arzusunun, yani sembolik Phallus’un (iktidar imgesinin) mimari bir tezahürüdür.

Victor, "doğal" yaratımı (Annenin rolünü) bypass ederek, "Baba'nın Adı"nı (Nom-du-Père) mutlak yasa haline getirmeye çalışır. Bu, onun "Tanrı" olma, yani Simgesel Düzen'in tek kaynağı olma arzusudur. Yaratık’ın (Jacob Elordi) öğrendiği ilk kelimenin "Victor" olması bu tezi mühürler. Victor, yarattığı "ayna"nın (Yaratık'ın) kendi narsistik kudretini onaylamasını, kendi "Baba'nın Adı"nı tescil etmesini bekler.

II. Postmodern "Ürün": Bilimden Piyasaya, İsyandan Metaya

Shelley'nin metnindeki "canavar", ahlaki bir ikilemin bedensel sonucuydu. Del Toro’nun "canavarı" ise ahlaki ve bilişsel bir deneyin "yan ürünü"dür. Film, bu denkleme Harlander karakteriyle piyasayı dahil ederek keskin bir kapitalist eleştiri getirir.

Shelley’nin Victor’u, doğayı alt etmeye çalışan Aydınlanma figürüydüyse, bugünün karşılığı –filmdeki Harlander gibi– bilinci buluta yüklemeye veya ölümsüzlüğü satın almaya çalışan "Musk-vari" teknoloji milyarderleridir. Bilim artık romantik bir merak değil, bu sınıfın ayrıcalıklı bir "projesi" haline gelmiştir. "Hayat" ticarileştirilmiştir.

Bu bağlamda Yaratık, hem "piyasa" için üretilmiş bir "ürün" hem de bu meta-değerini reddeden bir "isyan"dır.

III. İktidarın Çöküşü: Kule'nin Yakılması ve "Hata"nın İmhası

Victor'un narsistik iktidarı (Phallus'u), "ürününün" (Yaratık'ın) itaat etmeyi reddetmesi ve Victor'un "ahlaki zıttı" olan Elizabeth ile "iletişim kurmasıyla" sarsılır. Kontrolü kaybeden ve "iktidarsız" (impotent) hale gelen Victor, narsistik bir öfke patlaması yaşar.

"Kule'nin Yakılması" bu çöküşün sembolik zirvesidir. Victor, sadece "hatalı ürünü" (Yaratık'ı) değil, aynı zamanda o "hatayı" işlediği, o "iktidarsızlığın" kanıtı olan mekânı, yani kendi "Phallus" sembolünü (Kule'yi) de yok etmeye çalışır. Bu, "Eğer ben kontrol edemiyorsam, o zaman hem ürünüm hem de iktidarım (kulem) yok olmalı" eylemidir. Bu, "Tanrı"nın kendi narsistik hatasına tahammül edemeyip, kendi "tapınağını" ateşe vermesidir.

IV. Toplumsal Reddediliş: Kör Adamın Dili ve "Bakış"ın Zulmü

Yaratık, "Baba'nın Yasası"nın (Victor'un) ateşli zulmünden kaçarak "Toplumsal Düzen"e (dış dünyaya) sığınır. Burada, bir değirmende saklandığı "kör (yaşlı) adam" figürü, Lacancı analizin kilit noktasıdır.

Kör adam, Yaratık'ı "Bakış"ın (The Gaze) / İmgesel Düzen'in (bedensel form, "canavarlık") zulmünden azade kılar. Kör adam, Yaratık'ın "bedenini" değil, "sesini" duyar. Ona dili, yani Simgesel Düzen'in (toplumsallığın) anahtarını öğretir. Yaratık, ilk kez "görsel bir öteki" değil, "işitsel bir özne" olarak kabul görür.

Ancak, "gören" aile üyeleri geri döndüğünde, bu ütopya çöker. "Bakış" (Gaze), "Dili" (Language) yener. Toplum, onu "gören" gözlerle "canavar" olarak damgalar ve Simgesel Düzen'den (toplumdan) kesin olarak kovar. Bu, Yaratıcı'nın (Victor) reddedişinden daha acımasız bir toplumsal reddediştir.

V. Nihai Trajedi: Vicdanın Kurban Edilmesi (Elizabeth'in Ölümü)

Hem "Yaratıcı" (Baba) hem de "Toplum" (Öteki) tarafından reddedilen Yaratık, son bir "insani" taleple Victor'a döner: Kendine bir eş. Bu talep reddedildiğinde, trajedi mühürlenir.

Victor, "hatalı ürününü" (Yaratık'ı) yok etmek için tetiği çekerken, Elizabeth kendini kurşunun önüne atar. Bu pasif bir kurban oluş değil, aktif bir seçimdir. Elizabeth, o anda Yaratık'ın "insanlığını" ve Victor'un "canavarlığını" tescil eder. Victor, kendi narsistik kibriyle, kendi "vicdanını" (Elizabeth'i) öldürür. Kendi "hatalı ürünü"nü yok edeyim derken, elindeki son "ahlaki bütünlüğü" de imha eder.

VI. Nietzschevari Final: "Tanrı Öldü" (Ve Yaratık Hayatta Kaldı)

Romanın aksine, bu amansız koşuşturmanın sonunda, ölüm döşeğindeki "Tanrı" (Victor), "ürününden" (Yaratık'tan) son bir kez daha "Victor" demesini ister. Bu, "iktidarının" ve tüm bu trajedinin merkezinde hâlâ kendi adının olduğunu duymak isteyen, acınası bir narsistik taleptir.

Ve "Tanrı" ölür. Fakat "Ürün" ölmez. Yaratık, o buzulların üzerinde yapayalnız kalır.

Bu, "Tanrı öldü" aforizmasının sinemasal karşılığıdır. Yaratık, tüm varoluşsal anlamını (intikam, nefret, yaratıcıya başkaldırı) üzerine kurduğu "Yaratıcı"sını kaybetmiştir. O referans noktası artık yoktur.

Jean-Paul Sartre'ın ifadesiyle, Yaratık artık **"özgür olmaya mahkûm"**dur. Dünyaya "fırlatılmış" (Victor tarafından), ama şimdi "Tanrı"sı öldüğü için yaptığı her şeyden tek başına sorumlu olan varoluşçu bireyin ta kendisidir.

Del Toro'nun Frankenstein'ının finali, bir intikam ya da kefaret finali değil, mutlak bir varoluşsal yalnızlık finalidir. Korku, canavar yaratmak değil; korku, "Tanrı" öldükten sonra o buz gibi dünyada, kendi anlamını yaratmak zorunda kalan "canavar" olmaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

In Bruges

Giriş Martin McDonagh ’ın 2008 yapımı In Bruges filmi, kara mizah ve suç temalarını derinlemesine işleyen, görsel ve tematik olarak son derece zengin bir yapıt olarak öne çıkar. Film, iki tetikçi olan Ray ( Colin Farrell ) ve Ken’in ( Brendan Gleeson ) Londra’daki başarısız bir görev sonrasında patronları Harry ( Ralph Fiennes ) tarafından Belçika ’nın tarihi ve sakin şehri Brugge ’a gönderilmesiyle başlar. Görevleri, ortalık sakinleşene kadar şehirde turist gibi dolaşmak ve beladan uzak durmaktır. Ancak şehirde geçirdikleri süre, kişisel hesaplaşmalar ve içsel çatışmalarla dolu bir deneyime dönüşür. Trailer Ray, geçmişteki hatalarının vicdan azabıyla boğuşurken, Ken daha çok şehrin tarihi ve mimari güzelliklerine odaklanır. Brugge’un huzurlu atmosferi, karakterlerin içsel dünyalarıyla tezat oluşturur. Patronları Harry’den gelen beklenmedik bir telefonla olaylar dramatik ve duygusal bir yöne evrilir. Film, kara mizah yönüyle de dikkat çeker; özellikle Ken, Ray ve Harry kara...

Le Otto Montagne - The Eight Mountains - 2022

The Eight Mountains: Doğanın Mabedi, Babalığın Ağıdı Giriş: Filmin Konusu The Eight Mountains , iki çocukluk arkadaşı Pietro ve Bruno’nun hikâyesini anlatıyor. Pietro şehirde büyüyen, modern yaşamın içinde kaybolmuş bir gençtir; Bruno ise dağlarla çevrili bir köyde, doğayla bütünleşmiş bir hayat sürmektedir. Film, onların yıllar süren dostluğunu, babalarıyla olan karmaşık ilişkilerini ve doğayla kurdukları bağı izler. Zamanla bu dostluk, eksik baba figürleri ve doğayla mücadele üzerinden modern insanın varoluşsal sınavına dönüşür. Doğa: Nostalji mi, Mücadele mi? Film, doğayı iki farklı biçimde konumlandırır. Pietro için doğa bir nostalji alanıdır : şehirde yaşayan, içsel boşluğunu doldurmaya çalışan modern bireyin özlem mekânı. Dağ, onun için geçmişin saf anılarına açılan bir kapıdır. Bruno içinse doğa bir mücadele alanıdır . O, doğanın içinde yaşar, onun kurallarına göre hayatta kalır. Pietro doğayı izler; Bruno yaşar. Bu fark, modern insanın doğayla kurduğu mesa...

Sinners

  Kültürel Hegemonya:  Sinners                                           ·          Sinners*, ikiz kardeşler Elijah ve Elias’ın hikâyesini anlatıyor. Tanıdık bir zeminde yeni bir başlangıç yapmak isteyen ikili, Chicago ’nun yeraltı dünyasındaki eski hayatlarını geride bırakıp memleketleri Clarksdale, Mississippi ’ye dönerek bir bar açarlar. Bu süreçte, merkezinde Sammie ’nin olduğu, blues müziği ve vampir efsaneleri ile dolu bir hikâye ortaya çıkar. Ryan Coogler ’ın 2025 yapımı Sinners , yalnızca türler arası bir postmodern oyun değil; aynı zamanda tarihsel-politik bir eleştiri aracı. Southern Gothic atmosferi, vampir mitosu , blues’un büyüsü ve dönemsel dramayı harmanlayan film, hem tür sinemasına göz kırpıyor hem de derin bir toplumsal okuma alanı açıyor. Blues ve Kimlik Filmin kalbinde Sammie var. Eski bir blues şa...