Viyana Sokaklarında Aylak Bir Hikâye: Before Sunrise
Filmin temel gücü, basit bir karşılaşma fikrini Viyana’yı arka planına alarak muhteşem diyaloglarla harika bir kurguya dönüştürmesinde yatıyor. Karakterlerin konuştuğu konular günlük rutinler: ebeveynler, ölüm, müzik ve eski sevgililer... Linklater, ikilinin flörtleşmeleri üzerinden nazik bir cinsel gerilim yaratmayı da ihmal etmiyor. Film, normal yaşam hızına yakın bir tempo sunuyor; sanki ikili yolda yürüyormuş ve bir kamera onların haberi olmadan kaydediyormuş gibi...
Yönetmen Viyana’yı izleyiciye bir gezi videosu gibi sunmak yerine, şehrin ikiliyle birlikte yaşadığını hissettiriyor. Kameranın amacı sadece şehir gösterisi yapmak değil; şehrin ritmini ve karakterlerin adımlarına, bakışlarına eşlik ederek gerçek bir deneyim yaratıyor. Linklater, bir modern yaşam filozofu olarak saatlerce diyalog kursa da sıkılmadan izlettirmeyi başarıyor.
Öncesi ve Sonrası: Before Sunrise’ın Sinema Tarihindeki Yeri
Öncesi:
Before Sunrise bir anda ortaya çıkmadı. Onun arkasında Avrupa sanat sineması, özellikle de Fransız Yeni Dalgası’nın (Godard, Rohmer) gündelik konuşmalara dayalı filmleri ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin sokakları sinemaya katışı var. Eric Rohmer’in aşkı, felsefeyi ve sıradan anları büyülü hale getiren filmleri Linklater’ın en büyük ilham kaynağı sayılabilir. Tabi günlük yaşam üzerine nüktedan filmleriyle Woody Allen'i da anmakta fayda var. Linklater’ın kendi filmi Slacker (1991) ise Before Sunrise’ın doğrudan provası gibidir: rastlantılar, yürüyüşler ve durmaksızın akan diyaloglar...
Sonrası:
1995’te vizyona giren Before Sunrise, modern romantik sinemanın yönünü değiştirdi. Hollywood’un klişe aşk hikâyelerine alternatif sundu; küçük bütçeyle, büyük duygu yaratılabileceğini gösterdi. Sonrasında gelen Before Sunset (2004) ve Before Midnight (2013) ile üçleme, “ilişkilerin gerçek zamanlı günlüğü”ne dönüştü. İzleyici karakterlerin yaşlanmasına ve ilişkilerinin evrimine bizzat tanık oldu.
Dahası, Before Sunrise’ın açtığı yol, sonraki kuşak bağımsız romantik filmler için bir model oldu; Once, Lost in Translation, Columbus ve niceleri.. Linklater’ın “aylaklık + sohbet + şehir” formülünden ilham aldı.
Turizm ve Şehir İmgesi:
Viyana’nın turistik kimliği bu filmle başka bir katman kazandı. Artık şehir sadece saraylar, opera ve Mozart’la anılmıyor; iki gencin sabaha kadar yürüyerek aşkı ve hayatı tartıştığı şehir olarak da kültürel belleğe yerleşti.
Hatta bugün hâlâ “Before Sunrise Tour” adıyla özel şehir turları düzenleniyor. Film, Viyana’nın turizm haritasına romantik bir yürüyüş rotası ekledi ve şehri bir kültürel deneyim mekânı hâline getirdi.
-
Viyana: “Before Sunrise Tour” turları ile filmin geçtiği noktaları gezmek mümkün.
-
Londra: Notting Hill filmi sonrası, filmin mekanları turist rotalarına eklendi.
-
Paris: Midnight in Paris sonrası, filmin çekildiği kafeler ve semtler popülerleşti.
-
İtalya: Call Me by Your Name sonrası Bergamo ve Como Gölü çevresi ziyaretçi akını gördü.
Kişisel Tecrübeler: Viyana'da Aylaklık ve Çektiğim Fotoğraflar
Viyana’ya ilk adımımı attığımda, şehir bana yavaşlamayı fısıldıyordu. Tramvayların hafif vınlaması, kaldırımdan yankılanan tekerlek sesi ve kafelerin kapısından taşan taze kahve kokusu arasında yürürken, her adım bir film karesi gibi ağırlaşıyordu. Güneş ışıkları binaların duvarlarında dans ediyor, sokak köşelerinden yükselen melodiler ruhumu sarıyordu. Her şey, Before Sunrise’daki spontane keşif duygusunu hatırlatıyordu; sokaklar bir sahne, her köşe bir sahne arkası gibi.
Aylaklık burada bir lüks değil, bir gereklilikti. Turist rehberleriyle koşturmaktansa, Schönbrunn Bahçeleri’nde bankta oturup yaprakların hışırtısını dinlemek, hafif rüzgârda taşların üzerine düşen yaprakların çıtırtısını duymak… Naschmarkt’ta tezgâhlardaki renkli meyveleri izlerken çürük tatlı kokuları, taze ekmeklerin buharlı aroması ve bir yandan geçen insanların ayakkabı sesleri… İşte Viyana’nın ruhunu hissetmenin en saf yolu buydu.
Mayıs başında Viyana’ya gittiğimde fark ettim ki, bu zaman turist sezonunun tam olarak başladığı bir dönem değildi. Şehir henüz tam turist akınına uğramadığı için, meşhur restoranlarında, pastanelerinde, müze ve saraylarında veya Opera binasında uzun kuyruklarda beklemek gibi durumlara düşmemiştim. Bu da şehrin tadını kendi ritmimde çıkarmama olanak sağlıyordu.
Kanal boyunca grafitileri izlemek ayrı bir keyifti; duvarlarda patlayan renkler, küçük detaylar ve sürpriz çizimler, şehrin sanatla nefes aldığını gösteriyordu. Kafelerde oturup kahve fincanından yükselen buharı, tatlıların ince detaylarını ve vanilya aromasını fark etmek, meydanlarda yavaşça gezinmek, şehri acele etmeden, kendi ritminde deneyimlemenin keyfini veriyordu. Yan masada oturan çiftin sessizce birbirine bakışı, filmdeki Jesse ve Céline’in uzun yürüyüşlerde paylaştığı içten diyalogları hatırlatıyor, sıradan anları büyülü kılıyordu.
Ek Bölüm: Jesse ve Céline’in Ayak İzleri
-
Alt & Neu Records / Teuchtler Schallplattenhandlung und Antiquarität
-
Friedhof der Namenlosen (İsimsizler Mezarlığı)
-
Prater ve Riesenrad (Dönme Dolap)
-
Kleines Café
-
Donaukanal (Tuna Kanalı)
-
Albertina ve Staatsoper önü
Kaynak: Visiting Vienna – Before Sunrise Filming Locations










Yorumlar