Ana içeriğe atla

Ugly Stepsister

 

Post-Modern Masalda Güzellik ve Bedel

Giriş

Ugly Stepsister, Emilie Blichfeldt’in yönetmenliğini üstlendiği, fakir bir dul olan Rebekka ve onun iki kızı, Elvira ile Alma’nın hikâyesini konu alıyor. Rebekka, zengin olduğunu düşündüğü Otto ile evlenmeyi planlıyor, ancak olaylar beklenmedik şekilde gelişiyor.

                                                    

Film, klasik Cinderella masalını yeniden yorumlayarak, estetik ve statü baskılarının bireyler üzerindeki etkilerini gözler önüne seriyor.

Trailer


Post-Modern Estetik

Klasik masal unsurları (prens, üvey kardeşler, saray) tarihsel dekor ve kostümlerle birleşirken, modern müzik ve estetik göndermelerle zamansız bir atmosfer yaratılıyor. Bu post-modern yaklaşım, hem masalsı bir ton kuruyor hem de hikâyeyi bugünün izleyicisine yakınlaştırıyor.

Pastel renk paletleri ve gösterişli kostümler, yalnızca görsel bir estetik sunmakla kalmıyor; aynı zamanda güç, hiyerarşi ve toplumsal normların görsel karşılığına dönüşüyor. Karakterlerin sürekli göz önünde tutulduğu, dış görünüşleriyle değerlendirildiği bu dünya, masalın cazibesinden çok, baskı ve denetim hissi uyandırıyor.

Film, görsel olarak ve post-modern diliyle Sofia Coppola’nın Marie Antoinette filmiyle de akrabalık taşıyor. Coppola, tarihsel bir figürü yeniden yorumlayarak tarih üzerinden post-modern bir anlatı kurarken, Ugly Stepsister aynı yöntemi masal üzerinden gerçekleştiriyor. Böylece her iki film de tarihsel ya da masalsı kökleri günümüz estetiğiyle buluşturarak zamansız bir atmosfer yaratıyor; fakat kaynakları farklılaşıyor: Coppola’nın tarih üzerinden kurduğu post-modern anlatı, Ugly Stepsister’da masal aracılığıyla hayat buluyor.

                                         


Karakterlerin Ödediği Bedeller

Elvira, estetik müdahaleler ve üvey annesinin baskısı altında hem bedensel hem psikolojik olarak ağır bir bedel ödüyor. Vücudu ve kimliği adeta başkaları tarafından şekillendiriliyor; özgürlüğü ciddi şekilde kısıtlanıyor ve kendi arzularını gerçekleştirme şansı neredeyse tamamen elinden alınıyor. Bu operasyonlar yalnızca güzellik uğruna değil, aynı zamanda ailenin maddi durumu ve annesinin hırsı tarafından da karakteri bu yola itiyor. Yani Elvira’nın kaybı, hem toplumsal standartların hem de ekonomik zorunlulukların birleşimiyle şekilleniyor.

Agnes, saray tarafından seçilse de gerçek aşkından vazgeçmek zorunda kalarak, duygusal tatmin ve kişisel mutluluk açısından bir kayıp yaşıyor. Klasik masaldaki “ödül” bu karakter için aslında bir bedel haline geliyor; statü kazanmak, içsel doyumdan ve özgür seçimlerden vazgeçmek anlamına geliyor.

Alma, küçük yaşına rağmen ebeveynlerinden gerekli ilgiyi göremediği için duygusal bir bedel ödüyor. Annesinin hırsı ve Elvira’nın baskısı nedeniyle, adeta ebeveynlik rolünü üstlenmek zorunda kalıyor. Filmde, bu sorumluluk ve gözlem yetisi sayesinde en mantıksal karakter olarak öne çıkıyor; olaylara duygusal ya da toplumsal baskı yerine akılcı bir perspektifle yaklaşabiliyor.

Üvey anne ise hırsı uğruna annelik rolünü tamamen ihmal ediyor ve kızlarının hayatını kendi hırsları doğrultusunda şekillendiriyor. Onun bedeli, aile içi ilişkilerdeki duygusal boşluk ve kızlarıyla kuramadığı güven ve sevgi bağları olarak ortaya çıkıyor.

Burada klasik masaldaki “ödül ve ceza” anlayışı yerini, karakterlerin farklı yollarla karşılaştığı bedellerin karmaşık ve çoğu zaman geri dönüşsüz olduğu bir yapıya bırakıyor. Film, izleyiciye toplumun güzellik ve statü baskısının bireylerin hayatındaki etkilerini, estetik müdahalelerden duygusal fedakârlara kadar geniş bir perspektifle sorgulatıyor; kimlerin kazandığı, kimlerin kaybettiği ve bu kayıpların boyutları üzerine düşündürüyor.

                                       


Body Horror ve Bedensel Dönüşüm

Filmde body horror teması da dikkat çekiyor. Elvira’nın estetik operasyonları ve bedensel dönüşümü, klasik masaldaki “çirkin üvey kardeş” stereotipini grotesk bir şekilde fiziksel gerçekliğe taşıyor. Bu sahneler hem rahatsız edici hem de toplumsal mesaj içeriyor: güzellik ve ekonomik baskı uğruna bireyin kendini kaybetmesi ve toplumun dayattığı standartların vücuda yansıması. Body horror, karakterin içsel travmasını ve psikolojik baskıyı görselleştirmenin bir yolu olarak kullanılıyor ve izleyicide hem empati hem de tiksinme duygusu uyandırıyor.

David Cronenberg’in body horror sinemasına benzemese de, film sahnelerinde en az Cronenberg kadar iddialı bir yaklaşım sergiliyor. Ayrıca, grotesk ve acı dolu estetik müdahaleler karakterin yaşadığı psikolojik çöküşü izleyiciye aktarırken, toplumsal eleştiriyi de güçlendiriyor.


Benzer Temalar ve Karşılaştırmalar 

-The Substance

Yakın zamanda izlenen The Substance filmi de güzellik endüstrisine dair benzer temaları işliyor. Coralie Fargeat’ın yönettiği ve Demi Moore’un başrolünde olduğu film, yaşlanan bir televizyon yıldızının siyah pazar bir serum sayesinde gençleşmesini ve bunun korkunç sonuçlarını anlatıyor. Yaşlanma ve güzellik takıntısının birey üzerindeki yıkıcı etkilerini grotesk bir şekilde sunuyor ve özellikle estetik müdahaleler ile bedensel dönüşüm üzerinden sert bir eleştiri getiriyor.

Ugly Stepsister ve The Substance, farklı sinemasal diller kullanmalarına rağmen, bedensel dönüşüm ve toplumsal baskının birey üzerindeki etkilerini benzer şekilde sorgulayan yapımlar olarak öne çıkıyor.

                                         


-Pasolini ve Buñuel Bağlantısı

Ugly Stepsister, grotesk beden kullanımı ve ahlaki normların tersyüz edilmesi açısından Pasolini’nin Il Decameron’undaki yaklaşımı hatırlatıyor. Pasolini’nin tarihsel ya da klasik anlatıları alıp ahlakı alaya alan, bedeni özgürleştiren ama aynı zamanda groteskleştiren diliyle bu film arasında güçlü bir akrabalık kurulabilir. Kısaltılıp Il Decameron’un bir bölümü olarak izlense, sırıtmayacak kadar benzer bir hiciv anlayışı taşıyor.

Aynı şekilde, Buñuel’in Viridiana veya The Discreet Charm of the Bourgeoisie filmlerinde olduğu gibi, toplumsal ritüeller ve burjuva değerleri absürd, ironik ve rahatsız edici biçimde ele alınıyor. Ugly Stepsister da saray, statü, güzellik ve hırs gibi unsurları aynı ironik mesafe ile ortaya koyuyor. Bu açıdan film, Cronenberg’in bilimsel-soğuk body horror’undan çok, Pasolini ve Buñuel’in ahlaki ve toplumsal hiciv geleneğine yakın duruyor.


Sonuç

Ugly Stepsister, klasik bir masalı yeniden yorumlayarak evrensel eleştiriler sunuyor. Masalsı ve tarihsel ögeler, filmi sadece bir masal uyarlaması olmaktan çıkarıp, zamansız ve düşündürücü bir post-modern yapım hâline getiriyor. Film, body horror estetiğini bir anlatı aracı olarak kullanarak güzellik ve toplumsal statü baskısının bireyler üzerindeki yıkıcı etkilerini görünür kılıyor. Bu sayede bedensel dönüşüm, yalnızca korku ya da grotesk bir unsur olarak değil, aynı zamanda toplumsal baskının ve sınıfsal statünün çarpıcı görsel temsili hâline geliyor. Ayrıca Pasolini ve Buñuel’e uzanan bağlantılarıyla, sinema tarihindeki ahlaki ve toplumsal hiciv geleneğinin postmodern bir devamı olarak da okunabiliyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

In Bruges

Giriş Martin McDonagh ’ın 2008 yapımı In Bruges filmi, kara mizah ve suç temalarını derinlemesine işleyen, görsel ve tematik olarak son derece zengin bir yapıt olarak öne çıkar. Film, iki tetikçi olan Ray ( Colin Farrell ) ve Ken’in ( Brendan Gleeson ) Londra’daki başarısız bir görev sonrasında patronları Harry ( Ralph Fiennes ) tarafından Belçika ’nın tarihi ve sakin şehri Brugge ’a gönderilmesiyle başlar. Görevleri, ortalık sakinleşene kadar şehirde turist gibi dolaşmak ve beladan uzak durmaktır. Ancak şehirde geçirdikleri süre, kişisel hesaplaşmalar ve içsel çatışmalarla dolu bir deneyime dönüşür. Trailer Ray, geçmişteki hatalarının vicdan azabıyla boğuşurken, Ken daha çok şehrin tarihi ve mimari güzelliklerine odaklanır. Brugge’un huzurlu atmosferi, karakterlerin içsel dünyalarıyla tezat oluşturur. Patronları Harry’den gelen beklenmedik bir telefonla olaylar dramatik ve duygusal bir yöne evrilir. Film, kara mizah yönüyle de dikkat çeker; özellikle Ken, Ray ve Harry kara...

Sinners

  Kültürel Hegemonya:  Sinners                                           ·          Sinners*, ikiz kardeşler Elijah ve Elias’ın hikâyesini anlatıyor. Tanıdık bir zeminde yeni bir başlangıç yapmak isteyen ikili, Chicago ’nun yeraltı dünyasındaki eski hayatlarını geride bırakıp memleketleri Clarksdale, Mississippi ’ye dönerek bir bar açarlar. Bu süreçte, merkezinde Sammie ’nin olduğu, blues müziği ve vampir efsaneleri ile dolu bir hikâye ortaya çıkar. Ryan Coogler ’ın 2025 yapımı Sinners , yalnızca türler arası bir postmodern oyun değil; aynı zamanda tarihsel-politik bir eleştiri aracı. Southern Gothic atmosferi, vampir mitosu , blues’un büyüsü ve dönemsel dramayı harmanlayan film, hem tür sinemasına göz kırpıyor hem de derin bir toplumsal okuma alanı açıyor. Blues ve Kimlik Filmin kalbinde Sammie var. Eski bir blues şa...

Le Otto Montagne - The Eight Mountains - 2022

The Eight Mountains: Doğanın Mabedi, Babalığın Ağıdı Giriş: Filmin Konusu The Eight Mountains , iki çocukluk arkadaşı Pietro ve Bruno’nun hikâyesini anlatıyor. Pietro şehirde büyüyen, modern yaşamın içinde kaybolmuş bir gençtir; Bruno ise dağlarla çevrili bir köyde, doğayla bütünleşmiş bir hayat sürmektedir. Film, onların yıllar süren dostluğunu, babalarıyla olan karmaşık ilişkilerini ve doğayla kurdukları bağı izler. Zamanla bu dostluk, eksik baba figürleri ve doğayla mücadele üzerinden modern insanın varoluşsal sınavına dönüşür. Doğa: Nostalji mi, Mücadele mi? Film, doğayı iki farklı biçimde konumlandırır. Pietro için doğa bir nostalji alanıdır : şehirde yaşayan, içsel boşluğunu doldurmaya çalışan modern bireyin özlem mekânı. Dağ, onun için geçmişin saf anılarına açılan bir kapıdır. Bruno içinse doğa bir mücadele alanıdır . O, doğanın içinde yaşar, onun kurallarına göre hayatta kalır. Pietro doğayı izler; Bruno yaşar. Bu fark, modern insanın doğayla kurduğu mesa...