Ana içeriğe atla

The Hobbit: An Unexpected Journey



"Var oluş özden önce gelir." önermesi varoluşçuluğun merkezini oluşturur. Bu, bireysel anlayışın en anlamlı bütünü olarak görülmüştür. Kişinin var oluşu dışında gelişen bireysel yapı "o" ile ifade edilmektedir. Bu durumda diğerlik ifade eden bu yapı; bağımsız edimler ve sorumluluk bilincini kapsayarak var oluş olarak tanımlanmaktadır.

Peter Jackson'un üç filmlik Yüzüklerin Efendisi uyarlamasıyla bizleri davet ettiği Orta Dünya, Frodo'nun taşımak ve yok etmekle zorunlu olduğu güç yüzüğünün üzerinden gelişen bir maceraydı. Tek sahibinin (Sauron) olduğu O'nun dışında sahiplerinin hepsine husumet getiren; aklını, zihnini ele geçiren yüzük, iktidarın o karanlık cazibesini de ifade ediyordu. 

Aradan geçen yaklaşık dokuz-on yıllık süre sonrasında Peter Jackson yeniden bizleri orta dünyaya bu sefer Hobbit ile davet ediyor. Macerayı yine bir üçleme olarak inşa eden yönetmen serinin bu ilk filminin eksenine de "yurtsuzluk" temasını yerleştiriyor. Ve yönetmen ilk dakikadan itibaren Yüzüklerin Efendisi ile Hobbit'in kıyaslanmaması gerektiğinin ilk emaresini bizlere vermiş oluyor. Zaten Yüzüklerin efendisinde Frodo'nun üzerindeki sorumluluktan (Yüzüğü taşımak ve yok etmek) Hobbit'te Bilbo için bahsetmemiz mümkün değil. Frodo maceraya çıkmak zorunda iken Bilbo (Her ne kadar Gandalf baskısını hissetsekte) ise kendi özgür iradesi ile hareket ediyor. Başta bahsettiğim var oluş temaları (bağımsız edimler ve sorumluluk bilinci) doğal olarak filmin tamamına bir hakimiyet kuruyor. Bilbo'nun bolluk içerisinde ve kitaplarıyla yaşadığı hayattan kafasını kaldırıp etrafa bakma fırsatı ayağına kadar geliyor. Cücelerin yurtsuzluğu, istila halindeki vatanlarını ejderha Smaug'dan kurtarma karşısında Bilbo kayıtsız kalamıyor. Bolluğun beraberinde de sistematik bir şekilde konformizmi (Filmin başında cücelerin bolluk içerisindeki umarsızlıklarını hatırlayın, Elflerin cüce yurdunun işgali karşısındaki vurdumduymazlığını hatırlayın. ) getirdiğini düşünürsek bir Hobbit yine tüm Orta Dünya'ya gerekli dersi vermiş oluyor. LOTR'de Frodo'nun iktidarın o karanlık cazibesini alevlerin arasına atması gibi, Bilbo ise bolluk ve bereketle bezeli hayatından sıyrılarak doğru olanın etrafa bakmak ve olan haksızlıklara karşı ne ve kim için olursa olsun direnmek olduğunu işaret ediyor. 

Her ne kadar iki film arasında tema farkları var olsa da ve kıyaslamanın yanlışlığına vurgu yapmış ta olsam. Bazı noktalarda bu durum kaçınılmaz. İlk olarak filmde hissedilen ilk eksiklik uzatılmış olması. Sanki film iki filmle kurtarmak mümkünmüş gibi ama üç film olması için sekanslar uzun tutulmuş. Ve yaşanan bu macerayı da ister istemez LOTR ile kıyaslamamak mümkün değil. Her ne kadar film yeni bir macera ile devam etse de bildiğimiz bir şablonu (LOTR) yer yer tekrar etmekten kendisini alıkoyamıyor. 

Peter Jackson'un uzun bir aradan sonra döndüğü Orta Dünya ve Hobbit'i tek film ya da iki filmle kotarabilecekken üçleme olarak tasarlandığını düşünürsek bazı ticari kokular ister istemez yayıyor. Fakat içerisinde barındırdığı ilgi çekici temaları ve Orta Dünya'ya yüzüğe duyulan tutkunun bir benzerini duyan biz hayran kitlesini düşünürsek kayıtsız kalmak imkansız oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

In Bruges

Giriş Martin McDonagh ’ın 2008 yapımı In Bruges filmi, kara mizah ve suç temalarını derinlemesine işleyen, görsel ve tematik olarak son derece zengin bir yapıt olarak öne çıkar. Film, iki tetikçi olan Ray ( Colin Farrell ) ve Ken’in ( Brendan Gleeson ) Londra’daki başarısız bir görev sonrasında patronları Harry ( Ralph Fiennes ) tarafından Belçika ’nın tarihi ve sakin şehri Brugge ’a gönderilmesiyle başlar. Görevleri, ortalık sakinleşene kadar şehirde turist gibi dolaşmak ve beladan uzak durmaktır. Ancak şehirde geçirdikleri süre, kişisel hesaplaşmalar ve içsel çatışmalarla dolu bir deneyime dönüşür. Trailer Ray, geçmişteki hatalarının vicdan azabıyla boğuşurken, Ken daha çok şehrin tarihi ve mimari güzelliklerine odaklanır. Brugge’un huzurlu atmosferi, karakterlerin içsel dünyalarıyla tezat oluşturur. Patronları Harry’den gelen beklenmedik bir telefonla olaylar dramatik ve duygusal bir yöne evrilir. Film, kara mizah yönüyle de dikkat çeker; özellikle Ken, Ray ve Harry kara...

Chocolat

Erkan: Yemek filmlerini, seçtiğimiz film için uygun bulduğumuz konseptteki bir mekânda konuşmaya devam ediyoruz. Sıradaki filmimiz Lasse Hallström imzalı 2000 yapımı Chocolat… Chocolat filmi için Samet ile konuştuk. Kendinden biraz bahsedebilir misin? Samet: Bir senesi mutfak, iki buçuk yılı satış olmak üzere lüks bir çikolata kafe zincirinde toplam üç buçuk yıl kadar çalıştım. Geçtiğimiz mayıs ayında çikolata üzerine uzmanlaşmak için istifa ettim. Önümüzdeki dönemde çikolata eğitimleri alacağım. Şimdilerde sipariş üzerine çikolata yapıyorum ve çevremdeki küçük ölçekli kafelerin çikolata menülerine yiyecek - içecek konusunda danışmanlık veriyorum. Erkan:  Filme geçmeden önce biraz mekândan bahsetmekte fayda var sanırım. Maia Chocolates 2015 yılında kurulmuş, el yapımı çikolatalar üreten, Çengelköy ve Koşuyolu olmak üzere iki şubesi bulunan bir yer.  Filmdeki çikolatacıyla aynı ismi taşıyor. Çikolata konusunda bol çeşit sunuyorlar ve tasarım, sunum konusunda oldukça z...

Sinners

  Kültürel Hegemonya:  Sinners                                           ·          Sinners*, ikiz kardeşler Elijah ve Elias’ın hikâyesini anlatıyor. Tanıdık bir zeminde yeni bir başlangıç yapmak isteyen ikili, Chicago ’nun yeraltı dünyasındaki eski hayatlarını geride bırakıp memleketleri Clarksdale, Mississippi ’ye dönerek bir bar açarlar. Bu süreçte, merkezinde Sammie ’nin olduğu, blues müziği ve vampir efsaneleri ile dolu bir hikâye ortaya çıkar. Ryan Coogler ’ın 2025 yapımı Sinners , yalnızca türler arası bir postmodern oyun değil; aynı zamanda tarihsel-politik bir eleştiri aracı. Southern Gothic atmosferi, vampir mitosu , blues’un büyüsü ve dönemsel dramayı harmanlayan film, hem tür sinemasına göz kırpıyor hem de derin bir toplumsal okuma alanı açıyor. Blues ve Kimlik Filmin kalbinde Sammie var. Eski bir blues şa...