Ana içeriğe atla

Cosmopolis



Son dönem çektiği filmlerle kendine has tarzından oldukça uzaklaştığı ve konvensiyonel sinemaya fazlasıyla yaklaştığı şeklinde eleştirileri fazlasıyla alan Cronenberg son filmi Cosmopolis ile eski tarzına yakın bir işe imza atıyor. Yönetmen
in tabiriyle “Finans konusunda inanılmaz yetenekli ama insan ilişkileri konusunda ise son derece zayıf.” bir karakter "Eric Packer" film boyunca kameranın odağından eksik olmuyor. Zengin iş adamı Packer'in saçını kestirmek için çıktığı yolculuk ve limuzinine konuk ettiği misafirleriyle gerçekleştirdiği uzun diyaloglar üzerine kurulu bir film Cosmopolis. Bırakın bir sinema filmini kısa bir hikayeden bile geveze sayabileceğimiz film için bu diyaloglar bir handikap olarak görülebilir fakat Cronenberg filmlerine aşina olanlar için oldukça keyifli. Zaten yönetmen geleneksel anlatıda filmler çektiği için eleştirilmiyor muydu? Filmin çok geveze olduğu ve ilerlemediği yönünde çok eleştiri almıası bu yüzden çok anlamsız oluyor. Existenz de ilerler gibi yapıp ilerlemiyordu ve geveze bir filmdi. Naked Lunch gibi imkansız denilebilecek bir uyarlama oldukça özgün bir uyarlama da olsa ilerlemiyordu. Cronenberg'i son filmleriyle konvansiyonel sinema yapıyor diye eleştirip özüne döndüğü filmde de geveze ve sıkıcı bulmak oldukça komik kaçıyor. Yönetmenin sineması her ne kadar sürekli yeni arayışlar içinde de olsa bildiğimiz Cronenberg temalarıyla örülü değilmi zaten. Son dönem filmlerinden A history of violence'da da bu böyleydi. En son filmi Cosmpolis'te de bu böyle.

Cronenberg son dönem yaptığı filmleriyle her ne kadar çok iyi filmlerde çıkarmış olsa, yaranamıyor. Geleneksel yapınca nerde o eski Cronenberg deniyor.Eski Cronenberg canlanınca da filmi sıkıcı bulanlar oluyor. Bana da bu durum daha çok üzüm yemekten çok bağcıyı dövmekmiş gibi geliyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas