Ana akım biyografik filmlerin sıralamasını yapıp üzerlerine biraz düşünsek hepsinin birbiriyle sıkı bir akrabalık bağı ile bağlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Şov dünyasının ışıkları arkasında kalan kısımları aydınlattığı ve ünlünün hayatına dair izleyicinin merak ettiği ayrıntıları ifşa ettiğine dair belli bir konseptle sunulan bu yapımlar da çoğu zaman da film başarısından öte oyuncunun performansıyla göz dolduran yapımlar olarak hatırlanır. Mesela Joaquin Phoenix, Johnny Cash performansıyla; Jamie Foxx; Ray Charles performansıyla ya da,Val Kilmer'da; Jim Morrison performansıyla hatırlanır. Marilyn ile bir hafta'ya geldiğimizde ise bu formülasyonun çokta dışına çıkabildiğini ne yazık ki söyleyemiyorum. Laurence Oliver'in yönettiği " Prens ve şov kızı'nın" çekim sürecini ve filmin yapım aşamasında yaşananları sinema endüstrisine yeni adım atmış Colin'in gözünden seyircisine aktarıyor. (Marilyn'i sektörden kimse anlayamazken sektöre yeni adım atmış birinin O'nu anlıyor olması bu noktada oldukça önemli.) Fakat film starlık sistemine dair tespitler yapmak ya da Marilyn'in bunalımlı süreçlerine odaklanmak yerine Michelle Williams'ın bedenine hapsettiği "Marilyn Monroe" tekrar resmediliyor. Marilyn'in filmde göz kırpan yalnızlığı ister istemez Sofia Coppola'nın herhangi gerçek bir ünlü'den beslenerek oluşturmadığı Somewhere'ini hatırlatıyor. Ve filmin kamera arkasına keşke Coppola geçseydi dedirtiyor ...
Ana akım biyografik filmlerin sıralamasını yapıp üzerlerine biraz düşünsek hepsinin birbiriyle sıkı bir akrabalık bağı ile bağlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Şov dünyasının ışıkları arkasında kalan kısımları aydınlattığı ve ünlünün hayatına dair izleyicinin merak ettiği ayrıntıları ifşa ettiğine dair belli bir konseptle sunulan bu yapımlar da çoğu zaman da film başarısından öte oyuncunun performansıyla göz dolduran yapımlar olarak hatırlanır. Mesela Joaquin Phoenix, Johnny Cash performansıyla; Jamie Foxx; Ray Charles performansıyla ya da,Val Kilmer'da; Jim Morrison performansıyla hatırlanır. Marilyn ile bir hafta'ya geldiğimizde ise bu formülasyonun çokta dışına çıkabildiğini ne yazık ki söyleyemiyorum. Laurence Oliver'in yönettiği " Prens ve şov kızı'nın" çekim sürecini ve filmin yapım aşamasında yaşananları sinema endüstrisine yeni adım atmış Colin'in gözünden seyircisine aktarıyor. (Marilyn'i sektörden kimse anlayamazken sektöre yeni adım atmış birinin O'nu anlıyor olması bu noktada oldukça önemli.) Fakat film starlık sistemine dair tespitler yapmak ya da Marilyn'in bunalımlı süreçlerine odaklanmak yerine Michelle Williams'ın bedenine hapsettiği "Marilyn Monroe" tekrar resmediliyor. Marilyn'in filmde göz kırpan yalnızlığı ister istemez Sofia Coppola'nın herhangi gerçek bir ünlü'den beslenerek oluşturmadığı Somewhere'ini hatırlatıyor. Ve filmin kamera arkasına keşke Coppola geçseydi dedirtiyor ...
Yorumlar