Ana içeriğe atla

The Grey

The Grey, Alaska'ya giden bir grup işçinin uçaklarının kaza yapmasıyla birlikte kazadan sağ kurtulan grubun hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Keza bölgede bir kurt sürüsü de bulunmaktadır. Son dönem aksiyon filmlerinde kamera arkasında sıkça gördüğümüz Joe Carnahan ise yönetmen koltuğunda ...Soğuk bir iklimde hayatta kalma mücadelesi akıllara henüz geçen yıl izlediğimiz usta yönetmen Skolimowski'nin Essential Killing'ini getiriyor. Fakat "The Grey" o kadar da derin bir film değil. Kaza sonrası grubun hayatta kalma umudu ise daha önce kurt avlayarak hayatını idame ettiren Ottway oluyor. Kurt sürüsünde gözüken hiyerarşi kısa bir süre içerisinde grupta da oluşmaya başlıyor. Bilindiği üzere Alfa erkeği bir kurt sürüsünde liderdir ve sürü kontrolü altındadır. Omega ise kurt hiyerarşisinde en alt basamakta bulunan kurtlardır. Grubumuza geldiğimizde ise Ottway kurtlarla olan deneyimleri ve soğuk iklim tecrübelerinden dolayı biranda Alfa erkeği konumuna geliyor. Alfanın liderliğinin zaman zaman sorgulandığı kurt sürüsünde olduğu gibi Ottway'in de liderliği zaman zaman sorgulanıyor. Yönetmen bu noktada filmi bu hiyerarşi üzerinden ilerletiyor ve her ne kadar gerilimi ve aksiyonu fena olmasa da tipik bir hayatta kalma hikayesi izliyoruz. Carnahan bunun yerine hazır böyle bir hiyerarşi oluşturmuşken hayatta kalma mücadelesi adına bunu tersyüz etseydi atmosferini iyi kurduğu filmine bir de karakterler arası gerilimi artırararak daha sert ve daha gerilimi yüksek bir film ortaya çıkarabilirdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas