Cowboys and Aliens'ı izlemeye başlamadan önce bendeki algı "District 9" gibi bir film olacağı üzerineydi. Neill Blomkamp'un "Apartheid" üzerinden kurduğu alegoriyi Jon Favreau'un da "Kızılderililer" üzerine kuracağına dair belki de fazlaca saf (Hollywood faktörünü düşününce) düşüncelerim vardı. Filmin isminin cezbediciliği ise ikinci hayal kırıklığımı oluşturdu. Joss Whedon'un harika serisi Firefly'ın sentezlediği uzay-kovboy konseptini ve o Indiana Jones-vari eğlenceyi Harrison Ford'un filmin kadrosunda olmasının etkisiyle bu filmde de bulacağıma dair bir inancım vardı. Film, ismindeki iki türü sentezlemek yerine iki türe film içerisinde ayrı ayrı boy göstertiyor. Tabiri caizse Western'i westernliğini biliyor ve görevlerini yerine getiriyor. Bilim kurgusu ise bilim kurgululuğunu biliyor. Tabi bunları yaparken türün bilinen tüm arketiplerini kullanıyor. Yönetmeni, iki türü sadece biraraya getiriyor. Birbirlerinin alanlarına sızmayı ve türü birbirine katmayı denemiyor. Size de Yönetmeninden-senaristine ve oyuncularına kadar böylesine şaşaalı bir kadronun vasatı aşamayan performanslarının hayal kırıklığı kalıyor.
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar