Aykiri filmleriyle (Shortbus, Hedwig and the Angry Inch) tanidigimiz yonetmen John Cameron Mitchell yeni filmiyle ana akima yaklasan bir calisma ortaya koymus. Becca ve Howie'nin ogullarini kaybettikten sonra gundelik rutinlerine donme cabalarini ve yasadiklari aciyi gidermeye calisma sureclerini gozler onune seriyor. Howie bu sureci daha guclu atlatmaya calisirken ya da oyle gozukurken ( Yasanan gerilim, onun da guclu olmadigini oyle davrangidini gosteriyor.) Becca ise daha icine kapanik bir sekilde bir surec yasiyor. Kiz kardesinin hamileligi ve annesinin torununu kendi olen ogluyla eslemesi, katildigi terapiler Becca'nin psikolojisini alt ust ediyor. Yonetmen bu noktada gerilim oldukca yukselterek bir bucuk saate isledigi bir iliskiler yumagi olusturuyor. Yasanan acinin karsiliginin ne bir baskasinda, ne Tanri'da hatta ne de kendisinde oldugunu vurgulayan yonetmen, zamanin iyilestirici gucune isaret ediyor... Yasanan acinin hicbir zaman yakalarini birakmayacagi Becca ve Howie aciyi utunmak yerine yanlarinda tasiyarak finale dogru kendilerini yasamin kollarina birakiyor...
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar