Ana içeriğe atla

Rabbit Hole


Aykiri filmleriyle (Shortbus, Hedwig and the Angry Inch) tanidigimiz yonetmen John Cameron Mitchell yeni filmiyle ana akima yaklasan bir calisma ortaya koymus. Becca ve Howie'nin ogullarini kaybettikten sonra gundelik rutinlerine donme cabalarini ve yasadiklari aciyi gidermeye calisma sureclerini gozler onune seriyor. Howie bu sureci daha guclu atlatmaya calisirken ya da oyle gozukurken ( Yasanan gerilim, onun da guclu olmadigini oyle davrangidini gosteriyor.) Becca ise daha icine kapanik bir sekilde bir surec yasiyor. Kiz kardesinin hamileligi ve annesinin torununu kendi olen ogluyla eslemesi, katildigi terapiler Becca'nin psikolojisini alt ust ediyor. Yonetmen bu noktada gerilim oldukca yukselterek bir bucuk saate isledigi bir iliskiler yumagi olusturuyor. Yasanan acinin karsiliginin ne bir baskasinda, ne Tanri'da hatta ne de kendisinde oldugunu vurgulayan yonetmen, zamanin iyilestirici gucune isaret ediyor... Yasanan acinin hicbir zaman yakalarini birakmayacagi Becca ve Howie aciyi utunmak yerine yanlarinda tasiyarak finale dogru kendilerini yasamin kollarina birakiyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas