Ana içeriğe atla

Blue Valentine


Derek Cianfrance'in belgeselci gecmisi, filmin tamamina da hakimiyet olusturuyor. Yonetmenin her iki tarafa (Dean ve Cindy) meyil etmeden yaklasimi, Flashbacklerin gercekten yas farkliligini yansitmasi (ki filmin yapimi uzun bir zaman dilimine yayilmis.), olaylara mudavil olmayan, uzaktan sadece misafir olan kamera kullanimi, yonetmenin belgeselci yonunun hos bir karsiligi oluyor. Yonetmen Dean ve Cindy karakterlerinin birbirileri icin tam anlamiyla dogru bir zamanda karsilarina cikisini mistik bir bir zemine oturtmak yerine aski bilinen klise, buyulu sablonundan cikartarak; pragmatik, oportunist (Yani hayatta gercekten durdugu yere... ) bir duzleme yerlestiriyor... Bu belgeselci font, sinemanin kendi sicakligiyla harmanlaninca ise herkesin kendisinden, kendi iliskisinden, cevresinden gorebilecegi zaman zaman Dean, zaman zaman Cindy'nin tarafina gececegi bir yapima donusuyor. Iliski de aslinda hayatin kendisi gibidir.... yani kum saati iliskinin baslamasiyla birlikte asagiya dogru akmaya baslar ...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas