Film hakkinda hicbir fikir sahibi olmadan izlemeye baslamis olsaniz ve daha once 2000 yapimi The Cell'i izlemis olsaniz; bu film'de "Tarsem Singh"'in bir parmagi oldugunu hemen anlarsiniz. 2000 yapimi The Cell'in o satafatli gorsel atmosferi fazlasiyla bu filmde de mevcut. Gelelim filme, bir kaza sonucu dusen ve kolunu kirarak hastanede yatan Alexandria burada sakatlandigi icin yataktan cikamayan Roy ile tanisir. Roy'un anlattigi hikaye aralarinda bir bagin olusmasina neden olur ve Roy kendi cikmazlarindan kurtulmak icin Alexandria'yi kullanmaya baslar. Roy'un psikolojisine ve kucuk kiza gore sekillenen hikaye ise oldukca eglenceli. Alexandria'nin gercek dunyada tasimak zorunda oldugu yasindan buyuk yuk gerceklikten cok masallara olan bagliligini ya da gercekligi masallara entegre etmesini sagliyor. Roy'un kotumserlesen hikayesine de bu formulasyonu uygulayan Alexandria umuduyla Roy'a hayat opucugu vererek masalsi bir misyon yukleniyor...
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar