İçerisinde saniyelere gizli, hayatı ve aşkı barındıran gizemli, bir o kadar mistik ve tumturaklı bir vurguyla dile getirilmiş bir masaldı demek isterdim aşk zamanı için fakat Wong Kar Wai o uzun sekansları, dile getirilmeyen sözleri , dile getirilemeyen aşkı, yemek almak gibi basit eylemlerden oluşan sekansları filmi oldukça hayatın içinde tutuyor. Bir taraftanda bu sekansların aşkın içerisinde nasıl ritüelleştiğini göstererek gerçeküstü bir atmosferin filme monte edildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Filmin; izleyici için hayalle gerçek arasında ilerleyen imtihanı; ana karakterler için ise nesneleri ile olan imtihanına dönüşüyor. Dillenemeyen aşkın beyazperdedeki imtihanı (söylem bazında) yerini sinemanın asıl misyonuna yani görselliğe ve kurguya bırakıyor. Konuşamayan, dokunamayan bu aşkın seyirci ile sınavı ise bir terapi niteliğinde... Bunda mükemmel görselliğinin ve müziklerinin yerinin belli bir itkisi mutlaka vardır. Fakat asıl itki; aşkı arayan ya da sonsuz aşkı arayan izleyiciye sunduğu formülasyonla gerçekleşiyor. Bu formülasyona ise Lacan'ın İmgesel, Simgesel ve Gerçeklik düzleminden bakabiliriz. Ego ve onun yaşam dünyası imgesel alana aittir ve doğal olandan kopulmamış olan evredir. İnsanın aşk arayışını doğal olan kopulmamış evreye yani imgesel evreye rahatlıkla monte edebiliriz. Daha sonra kültürel düzenin simge sistemini ifade eden Simgesel evre ile İmgesel devre bastırılır. Aşk dile getirilerek biyolojik bir ihtiyaçtan, kültürel bir olguya dönüşmektedir. Gerçeklik ise, simgesel bastırmanın sonucunda Uçurumun ötesinde kalmış eksiklik yeri olarak ifade edilir. Gerçeklik asla ulaşılamayacak bir nokta olarak kalmaktadır. Bu formülasyonu film üzerine oturttuğumuz zaman ise filmdeki konuşamayan, dokunamayan aşıklarımızın durumunu açabiliriz. Aşıklarımız konuştukları(dillendiği) zaman yani kültürel düzenle uzlaşma sağlandığı zaman(artık aşkın gerçek üstü bir düzlemden çıkıp(bulutların ötesinde) kültürel düzlemde seyretmesi) aşkları bitecektir. Nesneye ulaşmanın imkansız kılındığı(dillendirilmediği) bir durumda ise mazoşist bir yolla karşılaşılacaktır. Nesneye ulaşamanın verdiği haz (gerçeğe ulaşma çabası), acıya dönüşecek ve bir ağaç kovuğuna fısıldanarak kültürel olanla gizli bir sözleşme imzalanacaktır...
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar