Ana içeriğe atla

Inglourious Basterds

Filmlerinde yarattığı kendine özgü karakterlerle özgün bir dil, kendine özgü bir sinema kültürü ve yine kendisine özgü fetişleriyle oldukça farklı bir çizgide yer alan Quentin Tarantino "Soysuzlar Çetesi" ile kendi tarzından da biraz farklı bir çalışma ortaya koymuş.Tarantino bundan önceki filmlerinde sadece sinemasal bir tecrübeden ibaret olan karakterlere yer verirken, yeni filminde tarihin tozlu sayfalarından gerçek karakterler(Hitler,Goebbels) çıkararak bunları rahatlıkla diyebileceğimiz tarantinovari bir tecrübeye dönüştürmüş. Film hem bir savaş filmi olduğunu hemde aynı zamanda bir Tarantino filmi olduğunu yüzümüze vuran bir prologla açılıyor. Daha sonra ise soysuzlar çetesini tanıyoruz ve tarihin kirli sayfalarının belli bir döneminde ana akım savaş filmlerinin aksine herhangi bir ahlaki ders içermeden dolaşıyoruz.İçerdiği dengeli şiddet gösterisi, mükemmel diyalogları ve tarantino fetişleriyle dolu son derece kirli ve bir o kadar mükemmel bir film ortaya çıkmış...Filmde Brad Pitt'in canladırdığı Aldo karakteri'nin esir alarak sağ bıraktığı askerlerin alınlarında bıraktığı her bir izi Tarantino'nun sinema tarihinde bıraktığı her bir filmi olarak düşünebilir ve Akabinde yine Aldo'nun dördüncü duvarı yıkarak izleyicinin gözlerine bakıp "bu şimdiye kadar yaptığım en iyi iş" cümlesinden hareketle ise "Soysuzlar Çetesini" Tarantino'nun filmografisindeki en iyi film olarak rahatlıkla kabul edebiliriz.....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas