Ana içeriğe atla

The Wrestler

The Wrestler'in konusunu okuyunca ve Darren Aronofsky'nin ilk üç filmine kıyasla bu filmle ana akıma daha çok yaklaşacağını düşünmüştüm. Filmi izleyince de bu düşüncemi kısmen doğrular bir izlenim elde ettim. Aronofsky kendine has kurgu ve kamera tercihlerini yine kendine has dokunuşlarını barındırmış film de; fakat bu sefer daha ölçülü ve takibi daha kolay bir şekilde yapmış. Mickey Rourke ise gerçek hayatta ve kariyerinde yaşadığı sorunların bir çoğunu barındıran "Randy" karakteriyle bütünleşerek mükemmel bir performans ortaya koymuş. Hareketli geçen yıllardan sonra kalbi tekleyen Randy için güreşin artık ölümü anlamına gelmesiyle birlikte normal hayatını tekrar eline almaya çalışan Randy işlerin burada pek yolunda gitmemesiyle birlikte ringlere geri dönme yolunu seçiyor. Filmin dramatizasyona pek meyilli konusu hem Aronofsky'nin yönetimi hem de Mickey Rourke'un performansıyla engellenmiş. Randy'nin film boyunca peşini bırakmayan en yakın şekilde takip eden (hatta taciz eden) ve onu hayatın içine sokmaya ve yüzleşmeye iten kamera ise son "Koç Vuruşu" ile birlikte Randy'nin peşini bırakıyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas