Ana içeriğe atla

Friday The 13th

Teen-Slasher denilince sayılabilecek başyapıtlardan bir tanesi "13. Cuma" olsa gerek. Hazır filmin yeniden çevrimi ya da eski filmden esinlenerek çekilen yeni 13. Cuma filmi vizyona girmişken bu eski başyapıtı, Jason'u yad etmekte fayda var. Günümüz korku filmlerinin en büyük sorunu filmin temellerini henüz atmadan izleyicisini sarsmaya çalışmasından kaynaklanıyor gibi, nereden bakarsak bakalım çoğu korku filmi filmin başlamasıyla birlikte sürekli kan akıtarak izleyicisini yakalamaya çalışıyor.Anlamsız şekilde sürekli kan akıtarak yürütülen bu yol ise filmin dramatik yapısına zarar veriyor. İzleyicinin karakterlerle bir bağlantı kurmasını zorlaştırıyor. Günümüz korku sinemasının sorduğu yanlış soru, doğru bir cevabın da bulunmasını olanaksız kılıyor. Friday The 13th'ü bir başyapıt mertebesine ulaşması ise doğru sorulara doğru cevaplar bulmuş olmasından kaynaklanıyor. Öncelikle iyi bir film çekme uğraşına girişmiş olan ekip( Oluşturduğu karakterleri, güçlü dramatik yapısı, korkutmak için acele etmeyen yönetimi, kimin yaşayıp kimin öleceğinin tamamen muamma olması, mükemmel efektleri, iyi oyunculukları,sürpriz finaliyle herşeyi dozunda,yerinde ve filmin dramatik yapısını bozmayacak şekilde yapılıyor.)daha sonra kutsal korkutma görevini ise içerdiği yoğun gore sahnelerle fazlasıyla yerine getiriyor...

Yeni çekilen filmin nasıl olduğu izleyince göreceğiz fakat; Texas Chainsaw Massacre'nin başarılı yeniden çekimi ile dikkatleri üzerine çeken "Marcus Nispel" umutlanmamıza neden oluyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas