Belli bir standart yakalayan film serileri vardır. "Lord of the Rings, Star Wars, Mad Max, Terminator vs"... Birer modern klasik olarak saydığım bu filmlerin yanında Underworld belki biraz eğreti duracaktır zaten Underworld'e modern bir klasik sıfatını yapıştırmak derdinde değilim. Yukarıda saydığım bu filmlerle olan tek benzerliği bir seri olarak her bir filmin tatmin edici düzeyde başarılı olması. Prodüksiyon anlamında her üç filminde belli bir standartı var. Gelelim filmin konusuna; ilk iki filmde hafiften mitolojisi oluşturulan yapım bu üçüncü filmde tamamen mitolojisi üzerine kurulmuş ve iki hasmın(Vampir ve Lycan) nasıl bu noktaya geldiklerini anlatma derdine düşmüş. Köleleştirilen Lycanların; aristokrat vampirlere karşı mücadeleleri ve kurtuluşları ilk iki filmin temposuna yakışır şekilde beyaz perdeye taşınmış.
Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…
Yorumlar