1 - 4 Monts, 3 Weeks and 2 Days ( 4 ay 3 hafta ve gün) : Cannes film festivalinde en iyi film ödülünü de alan yapım aynı zamanda geçen yılın en dikkat çekici yapımlardan bir tanesiydi. 80'ler Romanyasın'da geçen film Cristian Mungiu'nun yarattığı atmosferle izleyiciyi yer yer germeyi başarmıştı. Filmin sonuna doğru Otilla'yı ve izleyiciyi yemek masasına hapseden Mungiu; izleyicisine gayet acımasız davranıyordu.
2 - There Will Be Blood ( Kan Dökülecek ) : Yeni nesil Amerikan sinemacıları arasında ayrı bir yeri olan PTA'nın (Paul Thomas Andersson'un) kapitalizm ve din sentezi son filmin de ayrıntılarla dolu bir iş ortaya koymuştu. İki şeytani karakteriyle izleyici sürekli taciz eden PTA, filmin finalinde izleyicisini yere sermeyi de başarıyordu.
3 - The Dark Knight ( Kara Şövalye) : Çektiği tüm filmlerinde film-noir sularında gezen, Christopher Nolan, Tim Burton'dan hatırladığımız Gotik Batman'i ters yüz ederek noir sularına çekmişti. Yönetmen The Dark Knight ile bunu bir adım daha ileriye götürerek filmin ismiyle birlikte, karakterlerin herbirini de karanlığa gömmüştü.
4 - I'm Not There ( Beni Orada Arama) : Çok sık aralıkla film çekmeyen Todd Haynes, büyük sanatçı Bob Dylan'ın biyografisiyle uzun bir aradan sonra ortaya çıkmıştı. Sanatçı biyografilerinin anlatıldığı birçok drama nazaran kendi dokunuşunu hissettiren Haynes, Dylan'ın farklı özelliklerini farklı karakterle betimleyerek iyi bir film ortaya çıkarıyordu.
5 - Sweeney Todd : Tim Burton, fetiş oyuncusu Johny Depp'ide yine yanına alarak bir intikam-müzikal hikayesine odaklanıyordu. Her zaman ki bildiğimiz Burton çizgisinde ki filmde bu kez "gore" sahneler konusunda oldukça cömertti.
6 - Diary of The Dead (Ölülerin Günlüğü) : Ölülerin Günlüğü, çıkış noktası aynı gibi gözüksede, amatör kamerayla çekilerek gerçeklik hissiyatını izleyiciye yaşatmak ve izleyicinin röntgenleme güdüsünü törpülemeye çalışan filmlere oranla farklı bir noktada duruyordu ve Romero ustanın kameranın varlığını sürekli sorgulamasıyla günümüz "kaydetme/yayınlama" çılğınlığına bir eleştiri getiriyordu.
7 - Be Kind Rewind ( Lütfen Başa Sarın) : Çılgın fikirleri ve çılgınca filmlerine alıştığımız Michel Gondry "Lütfen Başa Sarın" ile bildiğimiz Gondry uçarılığını barındırmasa da keyifli bir seyirlik sunuyordu.
8 - No Country For Old Man : (İhtiyarlara Yer Yok) : Çoğu kişi tarafından Coen kardeşlerin en iyi filmi olarakta lanse edilen yapım "En iyi film" oscarını da almıştı. Çeşitli tesadüflerle, oluşturdukları başarılı karakterlerinin yollarını birleştiren Coenler, farklı sorgulamalarla izleyicisini sürüklüyordu.
9 - In Bruges : İki kiralık katilin Bruges'a tatile yollanmasıyla başlayan macera, şehirden nefret eden Ray'in başına gelen dramatik ve acımasız hikayesiyle; Guy Ritcie, Tarantinovari bir film olarak gözümüze çarpıyordu.
10 - Paranoid Park : Her filminde farklı deneylere girişen Gus Van Sant'ın son filmi, Christopher Doyle'un görüntü yönetimini de arkasına alarak özgün ve bir o kadar da dokunaklı bir yapım olarak karşımıza çıkıyordu.
2 - There Will Be Blood ( Kan Dökülecek ) : Yeni nesil Amerikan sinemacıları arasında ayrı bir yeri olan PTA'nın (Paul Thomas Andersson'un) kapitalizm ve din sentezi son filmin de ayrıntılarla dolu bir iş ortaya koymuştu. İki şeytani karakteriyle izleyici sürekli taciz eden PTA, filmin finalinde izleyicisini yere sermeyi de başarıyordu.
3 - The Dark Knight ( Kara Şövalye) : Çektiği tüm filmlerinde film-noir sularında gezen, Christopher Nolan, Tim Burton'dan hatırladığımız Gotik Batman'i ters yüz ederek noir sularına çekmişti. Yönetmen The Dark Knight ile bunu bir adım daha ileriye götürerek filmin ismiyle birlikte, karakterlerin herbirini de karanlığa gömmüştü.
4 - I'm Not There ( Beni Orada Arama) : Çok sık aralıkla film çekmeyen Todd Haynes, büyük sanatçı Bob Dylan'ın biyografisiyle uzun bir aradan sonra ortaya çıkmıştı. Sanatçı biyografilerinin anlatıldığı birçok drama nazaran kendi dokunuşunu hissettiren Haynes, Dylan'ın farklı özelliklerini farklı karakterle betimleyerek iyi bir film ortaya çıkarıyordu.
5 - Sweeney Todd : Tim Burton, fetiş oyuncusu Johny Depp'ide yine yanına alarak bir intikam-müzikal hikayesine odaklanıyordu. Her zaman ki bildiğimiz Burton çizgisinde ki filmde bu kez "gore" sahneler konusunda oldukça cömertti.
6 - Diary of The Dead (Ölülerin Günlüğü) : Ölülerin Günlüğü, çıkış noktası aynı gibi gözüksede, amatör kamerayla çekilerek gerçeklik hissiyatını izleyiciye yaşatmak ve izleyicinin röntgenleme güdüsünü törpülemeye çalışan filmlere oranla farklı bir noktada duruyordu ve Romero ustanın kameranın varlığını sürekli sorgulamasıyla günümüz "kaydetme/yayınlama" çılğınlığına bir eleştiri getiriyordu.
7 - Be Kind Rewind ( Lütfen Başa Sarın) : Çılgın fikirleri ve çılgınca filmlerine alıştığımız Michel Gondry "Lütfen Başa Sarın" ile bildiğimiz Gondry uçarılığını barındırmasa da keyifli bir seyirlik sunuyordu.
8 - No Country For Old Man : (İhtiyarlara Yer Yok) : Çoğu kişi tarafından Coen kardeşlerin en iyi filmi olarakta lanse edilen yapım "En iyi film" oscarını da almıştı. Çeşitli tesadüflerle, oluşturdukları başarılı karakterlerinin yollarını birleştiren Coenler, farklı sorgulamalarla izleyicisini sürüklüyordu.
9 - In Bruges : İki kiralık katilin Bruges'a tatile yollanmasıyla başlayan macera, şehirden nefret eden Ray'in başına gelen dramatik ve acımasız hikayesiyle; Guy Ritcie, Tarantinovari bir film olarak gözümüze çarpıyordu.
10 - Paranoid Park : Her filminde farklı deneylere girişen Gus Van Sant'ın son filmi, Christopher Doyle'un görüntü yönetimini de arkasına alarak özgün ve bir o kadar da dokunaklı bir yapım olarak karşımıza çıkıyordu.
Yorumlar