Ana içeriğe atla

The Dark Knight

Tim Burton'un yarattığı Gotik Batman uyarlamalarından sonra, Joel Schumacher seriden nefret etmemizi sağlayacak kadar kötü iki devam filmi çekmişti. 2005 yılında usta yönetmen Christopher Nolan "Batman Begins" ile seriyi film-noir sularına çekmişti. 2008'de Nolan'ın yeniden kameranın başına geçmesiyle birlikte bu sefer Batman'i birazcık daha karanlık sulara çekmeye, anti-kahramana dönüştürmeye çalışmış. Nolan'ın diğer filmlerinde sıkça rastladığımız güçlü olay örgüsü,kurgu ve hikayesi gözünüzü filmden bir saniye bile ayırmamanıza yol açıyor. Yine Nolan'ın diğer filmlerinde ve film noirlerde gözlenen masum karakterlerin olmayışı, masum olan karakterlerin ise dönüşümü filmde aksiyonun az olmasına rağmen, adrenalin düzeyini yükseklerde dolaştırıyor. Jokere kumpas hazırlayarak, oyunu Jokerin parkında oynamaya çalışan Batman ve diğerleri ise adeta bile bile lades oluyorlar...Çıkan fatura ise Batman'e kesiliyor...

Ya bir kahraman olarak ölürsün, ya da kötüye dönüşmeni seyredecek kadar uzun yaşarsın. Batman The Dark Knight ünvanıyla uzun olan yolu seçiyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas