Sabah erken saatte çalar saatin o gök gürültüsü gibi gelen sesiyle uyanmaya çalıştı, ovdu gözlerini, uyanamıyordu. Saat çalmaya devam ediyordu. Bir hışımla kalktı, hiç birşeye dokunamadı, dokunmak istemiyordu belkide. Gardropun önüne geldiğinde ona da dokunmak istemediğini fark etti. Üstündeki eşofmanlarıyla attı kendisini dışarıya. Kapıyı da saati gibi açık bırakıp çıktı dışarıya. Sabahın köründe ayaz bir İstanbul sabahında anlamsızca tir tir titreyerek yürüyordu. Ayakları, iş için hazır olmasada onu iş yoluna doğru götürüyordu. Neler oluyor bana, neler oluyor bana diye tekrarlıyordu titreyen dudaklarıyla. İskeleye geldiğinde denizdeki vapurları seyretti. Yerde gördüğü taşı almak için eğildi. Denizde taş sektirmek istiyordu, fakat yere doğru eğildiğinde taşı da alamadığını fark etti. Çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başladı. "Sartre'a göre bu bulantı bizi varlıkların kendiliğinden varoluşlarından ve dolayısıyla anlamsızlıktan ayırır ve bilinçli bir varlık olma konumuna getirirdi" Vapura binebilmişti sonunda. Hem de gittiği istikametin tersine, gittiği istikametten farklı bir güzergaha...
"Seçme düşünüp taşınmaya bağlı değildir" dedi kendi kendine ve ekledi; "Düşünüp taşınmaya başlandığın da artık "olay" olmuştur."... Üstünde iş kostümleriyle vapurdan martılara doğru simit atarken.
Artık olay olmuştu evet; saat zamanında çalmış, iş kostümleri giyilmiş, gerekli maske takılmış doğru vapura binilmiş ve iş yoluna düşülmüştü....
"Seçme düşünüp taşınmaya bağlı değildir" dedi kendi kendine ve ekledi; "Düşünüp taşınmaya başlandığın da artık "olay" olmuştur."... Üstünde iş kostümleriyle vapurdan martılara doğru simit atarken.
Artık olay olmuştu evet; saat zamanında çalmış, iş kostümleri giyilmiş, gerekli maske takılmış doğru vapura binilmiş ve iş yoluna düşülmüştü....
Yorumlar